15 Temmuz 2013 Pazartesi

Bülbülü Öldürmek: Utancın ve Umudun Romanı


 
“İstediğin kadar kuş avlayabilirsin ama, sakın bülbüle dokunma. Zararsız olanları öldürmenin günah olduğunu aklından çıkarma.”
Bülbülü Öldürmek. İki kelimeyle bir kitabın özünü okuyucunun kalbinde hissettirebilmek. Müthiş bir metafora sahip başlıkla okuyucuyla buluşmak. Yüreği olan okuyuculara seslenmek ve nefes alan bir kitap yazmak. Harper Lee’nin ilk ve tek kitabı bunların hepsini ve daha fazlasını karşılamış olmanın gururu ve her geçen yılın ona kattığı deneyimle bir anıt kitap artık. Zaman kavramını yok etmeyi başaran Bülbülü Öldürmek işlediği konuyla da –ne yazık ki- güncelliğini korumaya her geçen gün devam ediyor.
1930’ların Amerika’sının Alabama Eyaleti, Maycomb kasabasında yaşayan insanların hayatına mercek tutup örneklem tekniğiyle insanlığın en büyük sorunlarından birine, ırkçılığa, işaret eden ve konuyu bir romanın tüm olanaklarını kullanarak anlatan Bülbülü Öldürmek anlatım tarzıyla da hedeflediği noktaya yani okuyucunun kalbine ulaşmayı başarıyor. Avukat Atticus Finch’in kızı Scout’un gözünden bir panorama sunan Harper Lee yetişkinlerin doğru bulduğu ama aslında koca bir trajediden başka bir şey olmayan garip hal ve hareketlerini çocuksu bir duyarlılık ile sergiliyor. Aslında “çocuksu” kavramı da olan bitene aykırı. “İnsancıl” demek en doğrusu. Harper Lee olayı anlatmak için öyle güzel bir pencere seçiyor ki kırmızı harflerle yazılı korkunç bir geçmişe ve de geleceğe sahip ırkçılığı en hassas biçimde ele almayı başarıyor.
“Başını Dill’den yana salladı. “Bunun duyguları daha sertleşmemiş. Bir parça büyüsün, hoş görmeyi, katlanmayı öğrenecektir. Hastalanmayacak, ağlamayacaktır. İnsan olarak birçok şeye üzülecektir ama… artık ağlamayacaktır. Ancak birkaç yıl ister.”
“Ağlamak mı Bay Raymond, neye?” diye sordu Dill. Erkek olduğunu kavramaya başlamıştı sanırım.
“İnsanların birbirlerine verdikleri acıya… Kimilerinin hiç düşünmeden neden oldukları felaketlere…. Beyazların siyahlara yaşattığı cehennem hayatına… Onların da birer insan olduklarını akıllarına getirmeyişlerine…”
Harper Lee, kitabına varmak istediği noktaya gelmeden önce farklı bir yerden başlangıç yapıyor. Scout, abisi Jem ve arkadaşları Dill’i ve yaşadıkları mahalleyi bize tanıtıyor aslında. Çocukların başından geçen ve kitabın başında bilmesek de sonunda anladığımız “anahtar maceralar” okuyoruz ilk sayfalarda. Boo Radley isimli çekingen, yıllardır evinden dışarı adım atmamış, hakkında efsaneler dolaşan komşularını görebilmek için türlü oyunlar çeviren üçlü hayatlarında dönüm noktası olacak insanla böyle yarı eğlenceli yarı hüzünlü olaylarla, gizemli hediyeler ve ufak sıyırıklarla tanışıyorlar. Bu aşamada üçlüyü tamamen tanımış oluyoruz. Talihsiz olaylar silsilesi başladığında yazarın eli de böylece rahatlıyor tanıdık karakterlerle bir maceraya içi rahat bir şekilde bizi uğurluyor.
Kitabımızın ana karakteri Scout da benim hayatımdaki unutulmaz kitap karakterlerinden biri. Duygusal, hassas, sevecen, afacan, başkaldıran, insancıl ve sevgi dolu, zeki ve tatlı bir kız çocuğu Scout. Çocuk yaşını küçümseyenlere karşı kitap boyu büyük dersler veriyor. Yazar onu biraz da erkeksi bir kız çocuğu olarak çiziyor. Halası tarafından hanım hanımcık yapılmaya çalışılsa da içindeki “pantolonlu haşarı kız”ı bırakmıyor hiçbir zaman. Rol modelleri abisi ve babası olan Scout’un gördüğümüz kadarıyla kız arkadaşı yok. Erkeklerin dünyasını daha kolay buluyor, hanım hanımcıklığı gereken zamanlarda pek hoşlanmasa da “rol” olarak üstleniyor. Toplumun çizdiği normlara göre hareket etmeyi reddeden ama “gereken” yerlerde toplumun çarklarına sıkışıp kalan bir Scout’la Harper Lee önemli bir mesaj veriyor. Irkçılığın temelinde yatan “farklı” olmaktan duyulan korku Scout’la beraber ön planda olmasa da romanın iskeletine inceden inceye yayılıyor.
Scout’un abisi Jem de kitap ilerlerken büyüyen ve çocukluktan ergenliğe sancılı bir geçiş yapan bir karakter.  Scout’la tatlı tatlı atışsalar da kardeşini çok seven Jem babası gibi olmaya çalışıyor, karşılaştığı olaylardan etkileniyor, kalbi kırılıyor, hayret ediyor.
“ “Jem, bana sorarsan sadece bir tür insan var. O da insanın kendisi.”
Jem dönüp yastığına bir yumruk indirdi. Tekrar sırtını dayadığında yüzü bulutlanmıştı. Kendi içine kapanmak üzereydi. Kaşları çatıldı. Dudakları kapandı. İncecik bir çizgi oldu. Bir süre konuşmadı. Sonunda, “Ben de öyle düşünmüştüm.” dedi. “Senin yaşındayken. Bir tür insan varsa niçin birlikte geçinemiyorlar? Hepsi birbirine benziyorsa, niçin birbirlerini kırmak için bu kadar çaba harcıyorlar? Scout, öyle sanıyorum ki, bir şeyi anlamak üzereyim. Boo Radley’in bunca yıl niçin evine kapandığını anlıyorum gibiyim… Çünkü evinde kalmak istiyor…”
Kitabımızın ve dünya edebiyatının en eşsiz karakterlerinden Atticus Finch için ne desem az. Avukat Atticus toplumun değişmez normlarına aykırı bir baba, bir aktivist, ırkçılığa karşı göğüs germiş, bir Amerikalı değil, bir dünya vatandaşı her şeyden önce insanlık adına yakışan bir insan. Kitap boyu dediği her söz, çocuklarını yetiştirirken takındığı tavırlar örnek alınması gereken bir portre oluşturuyor karşımızda. Harper Lee’nin ve kalbi olan her insanın özlediği insan türü o. Köşeleri olmaya, mükemmel olmaya çalışmayan biri aynı zamanda. Harper Lee onu kahramanlaştırmadan ince bir çizgide taşıyor kitap boyu.
“ “Her şeyden önce” dedi. “Basit bir kuralı öğrenirsen, herkesle daha iyi geçinirsin Scout. Bir insanı, sorunu onun açısından düşünmeye alışmadıkça anlaman olanaksızdır.”
“Efendim?”
“Derisinin içine girip gezineceksin.” ”
İlk baskının kapak tasarımı (1960)
 
Geçtiğimiz sene yayınlanan filmiyle de büyük yankı uyandıran  ve Bülbülü Öldürmek’le temelde aynı meseleyi işleyen The Help (Duyguların Rengi) kitabının yazarı Kathryn Stockett’in de esinlendiğini düşündüğüm mahalle örnekleminden yola çıkarak ırkçılığı anlatma tekniğinin temeli bu kitapta atılıyor. Ortada bir siyahînin bir beyazın ırzına geçmekle suçlandığı bir dava ve dava ekseninde “onlar” ve “biz” ayrımını en keskin biçimde ortaya çıkaran kasaba halkı var. Siyah olmanın neredeyse hayvan olmakla eşleştirildiğini okumak insana acı veriyor. Daha da acısı aslında birkaç umut vaat eden adım atılmış olsa da temelde aynı hastalıktan muzdarip histerik bir insanoğlu günümüzde kanlı canlı varlığını sürdürüyor. Hedefler değişiyor sadece, mekânlar ve zamanların sessiz ev sahipliğinde. İnsanoğlunun büyük rezilliğinden bazen siyahîler, bazen etnik gruplar, bazen din mensupları ve her zaman masum insanlar mahvoluyor. Aklım almıyor, idrakime sığmıyor. Bir insan nasıl sırf ten renginden dolayı bu muameleleri görür, açıklama yapamıyorum. Yapamıyoruz. Geçiştiriyoruz. Yüzleşemiyoruz. Sözde insanlık bu. Manevi Taş Devri’nden ruhsal arkaiklikten kurtulamamış insanoğlu utandırmalı hepimizi. Atticus’un siyahî Tom için yaptığı müthiş savunmaya kulak vermekte fayda var:
“ Gerçek şudur. Bazı zenciler yalan söylerler, bazı zenciler kadınlara karşı saygısızdır, beyaz kadın olsun, siyah kadın olsun, fark etmez. Fakat bütün bunlar yalnız bir ırkı değil, bütün insanlığı ilgilendiren suçlardır. Bu salonda hayatında yalan söylememiş, ahlaksız bir davranışta bulunmamış bir insan olabileceğini sanmıyorum.”
Kalabalıklara karşı bir başına mücadele eden bir kahramanın hikâyesi bu. Atticus Finch, Bülbülü Öldürmek’le tarih yazıyor. Doğru bildiğinden bir an bile vazgeçmiyor. Scout’un Hitler’i lanetleyip siyahilere cephe alma ikilemi içinde bulunan öğretmeninin aksine tüm insanlığa sevgiyle yaklaşıyor Atticus:
“ “Ama Hitler’den nefret etmek doğru mu?”
“Doğru değil.” dedi. “Kim olursa olsun, nefret etmek doğru bir hareket değildir.” ”
Yazarının kelimeleriyle Bülbülü Öldürmek “anlatması gerekeni tek başına anlatabilen” bir kitap. Hakkında ne yazılırsa yazılsın yetersiz kalması da bundan. Bülbülü Öldürmek mutlaka ama mutlaka okunmalı. Bu best-seller tavsiyeleri gibi bir tavsiye değil ama. İnsanlığa çağrı. Satırlarında kan ve gözyaşı olan; masumiyet, hüzün ve utancın roman Bülbülü Öldürmek. Çocukluğun romanı. Yetişkinlere kendilerine çeki düzen vermelerini çocuk dilinden aktaran bir ihtar. Çocukları nasıl köşeye sıkıştırdığımızı ve onların içindeki cevherleri sıradanlaştırıp ruhlarını fakirleştirdiğimizi anlatan bir ağıt. İnsanlardan kaçıp saklanan Boo Radley’i ile bu durumun çözümünün ne kadar zor olduğuna işaret eden bir bildiri. Ama… Yine de umudun kitabı Bülbülü Öldürmek. İyi insanlar var dedirten bir ferahlık. Hassas insanların yalnız tadabildiği mütereddit bir ferahlık bu. Her şeye rağmen sarılacak bir dalımızın olduğunu hatırlatan bir başyapıt.
Harper Lee
 
Adıyla, karakterleriyle, olayları ve kurgusuyla, bilhassa dünya edebiyatının işlediği en önemli mahkemesi ve Atticus Finch’in efsanevi savunmasıyla kendisi de bir avukat-yazar olan Harper Lee’nin ilk ve tek romanı Bülbülü Öldürmek karşısında saygıyla eğiliyorum.
Böyle bir kitap hakkında yazılan yazıyı da ancak kendi satırlarıyla bitirebilirim:
“Yakından tanıdığında bütün insanlar iyidir Scout.”
*Büyük usta Harper Lee’yi sevgi ve hayranlıkla selamlıyor, Altın Yayınları’na ve dilimize bu başyapıtı kazandıran Özay Süsoy’a teşekkür ediyorum.

6 yorum:

Eren dedi ki...

Benim de çok sevdiğim bir kitap olan Bülbülü Öldürmek hakkında yazdığınız bu yazı çok doyurucu bir inceleme yazısı olmuş, keyifle okudum, elinize sağlık:)hem konusuyla hem üslubuyla eşsiz bir eser gerçekten

Begonvilli Ev dedi ki...

Şu günlerde okuma hızıma diyecek yok ama yine de koca bir okunacaklar listesi var elimde. Bunu da ekledim.

laleninbahcesi dedi ki...

Çekilen ilk versiyon filmini izlemiştim.Sahneleri hala gözümün önündedir ama kitabını okumadım...

Yazını da zevkle okudum...Yine çok fazla spoiller içerse de:)

Sevgimle

Pusulasız Hayat Kitap Sesleri dedi ki...

Güzel bir kitaptı etkilenerek okumuştum.
Filmini de beğenmiştim, güzel bir tanıtım olmuş.
Sevgiler Kubilay'cım ...

Adsız dedi ki...

Gerçekten eşsiz bir eser bunun gibisini okumamıştım ve sonu özellikle çok etkileyici...

Unknown dedi ki...

yakondan tanidigin butun insanlar iyidir derken ne dmeek istiyor

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...