“İstediğin kadar kuş
avlayabilirsin ama, sakın bülbüle dokunma. Zararsız olanları öldürmenin günah
olduğunu aklından çıkarma.”
Bülbülü Öldürmek. İki kelimeyle bir kitabın özünü okuyucunun
kalbinde hissettirebilmek. Müthiş bir metafora sahip başlıkla okuyucuyla
buluşmak. Yüreği olan okuyuculara seslenmek ve nefes alan bir kitap yazmak.
Harper Lee’nin ilk ve tek kitabı bunların hepsini ve daha fazlasını karşılamış
olmanın gururu ve her geçen yılın ona kattığı deneyimle bir anıt kitap artık.
Zaman kavramını yok etmeyi başaran Bülbülü Öldürmek işlediği konuyla da –ne
yazık ki- güncelliğini korumaya her geçen gün devam ediyor.
1930’ların Amerika’sının Alabama Eyaleti, Maycomb
kasabasında yaşayan insanların hayatına mercek tutup örneklem tekniğiyle
insanlığın en büyük sorunlarından birine, ırkçılığa, işaret eden ve konuyu bir
romanın tüm olanaklarını kullanarak anlatan Bülbülü Öldürmek anlatım tarzıyla
da hedeflediği noktaya yani okuyucunun kalbine ulaşmayı başarıyor. Avukat
Atticus Finch’in kızı Scout’un gözünden bir panorama sunan Harper Lee
yetişkinlerin doğru bulduğu ama aslında koca bir trajediden başka bir şey
olmayan garip hal ve hareketlerini çocuksu bir duyarlılık ile sergiliyor.
Aslında “çocuksu” kavramı da olan bitene aykırı. “İnsancıl” demek en doğrusu. Harper
Lee olayı anlatmak için öyle güzel bir pencere seçiyor ki kırmızı harflerle
yazılı korkunç bir geçmişe ve de geleceğe sahip ırkçılığı en hassas biçimde ele
almayı başarıyor.
“Başını Dill’den yana
salladı. “Bunun duyguları daha sertleşmemiş. Bir parça büyüsün, hoş görmeyi,
katlanmayı öğrenecektir. Hastalanmayacak, ağlamayacaktır. İnsan olarak birçok
şeye üzülecektir ama… artık ağlamayacaktır. Ancak birkaç yıl ister.”
“Ağlamak mı Bay
Raymond, neye?” diye sordu Dill. Erkek olduğunu kavramaya başlamıştı sanırım.
“İnsanların
birbirlerine verdikleri acıya… Kimilerinin hiç düşünmeden neden oldukları
felaketlere…. Beyazların siyahlara yaşattığı cehennem hayatına… Onların da
birer insan olduklarını akıllarına getirmeyişlerine…”
Harper Lee, kitabına varmak istediği noktaya gelmeden önce
farklı bir yerden başlangıç yapıyor. Scout, abisi Jem ve arkadaşları Dill’i ve
yaşadıkları mahalleyi bize tanıtıyor aslında. Çocukların başından geçen ve
kitabın başında bilmesek de sonunda anladığımız “anahtar maceralar” okuyoruz
ilk sayfalarda. Boo Radley isimli çekingen, yıllardır evinden dışarı adım
atmamış, hakkında efsaneler dolaşan komşularını görebilmek için türlü oyunlar
çeviren üçlü hayatlarında dönüm noktası olacak insanla böyle yarı eğlenceli
yarı hüzünlü olaylarla, gizemli hediyeler ve ufak sıyırıklarla tanışıyorlar. Bu
aşamada üçlüyü tamamen tanımış oluyoruz. Talihsiz olaylar silsilesi
başladığında yazarın eli de böylece rahatlıyor tanıdık karakterlerle bir maceraya
içi rahat bir şekilde bizi uğurluyor.
Kitabımızın ana karakteri Scout da benim hayatımdaki
unutulmaz kitap karakterlerinden biri. Duygusal, hassas, sevecen, afacan,
başkaldıran, insancıl ve sevgi dolu, zeki ve tatlı bir kız çocuğu Scout. Çocuk
yaşını küçümseyenlere karşı kitap boyu büyük dersler veriyor. Yazar onu biraz
da erkeksi bir kız çocuğu olarak çiziyor. Halası tarafından hanım hanımcık
yapılmaya çalışılsa da içindeki “pantolonlu haşarı kız”ı bırakmıyor hiçbir
zaman. Rol modelleri abisi ve babası olan Scout’un gördüğümüz kadarıyla kız
arkadaşı yok. Erkeklerin dünyasını daha kolay buluyor, hanım hanımcıklığı
gereken zamanlarda pek hoşlanmasa da “rol” olarak üstleniyor. Toplumun çizdiği
normlara göre hareket etmeyi reddeden ama “gereken” yerlerde toplumun
çarklarına sıkışıp kalan bir Scout’la Harper Lee önemli bir mesaj veriyor.
Irkçılığın temelinde yatan “farklı” olmaktan duyulan korku Scout’la beraber ön
planda olmasa da romanın iskeletine inceden inceye yayılıyor.
Scout’un abisi Jem de kitap ilerlerken büyüyen ve
çocukluktan ergenliğe sancılı bir geçiş yapan bir karakter. Scout’la tatlı tatlı atışsalar da kardeşini
çok seven Jem babası gibi olmaya çalışıyor, karşılaştığı olaylardan
etkileniyor, kalbi kırılıyor, hayret ediyor.
“ “Jem, bana sorarsan
sadece bir tür insan var. O da insanın kendisi.”
Jem dönüp yastığına
bir yumruk indirdi. Tekrar sırtını dayadığında yüzü bulutlanmıştı. Kendi içine
kapanmak üzereydi. Kaşları çatıldı. Dudakları kapandı. İncecik bir çizgi oldu.
Bir süre konuşmadı. Sonunda, “Ben de öyle düşünmüştüm.” dedi. “Senin
yaşındayken. Bir tür insan varsa niçin birlikte geçinemiyorlar? Hepsi birbirine
benziyorsa, niçin birbirlerini kırmak için bu kadar çaba harcıyorlar? Scout,
öyle sanıyorum ki, bir şeyi anlamak üzereyim. Boo Radley’in bunca yıl niçin
evine kapandığını anlıyorum gibiyim… Çünkü evinde kalmak istiyor…”
Kitabımızın ve dünya edebiyatının en eşsiz karakterlerinden
Atticus Finch için ne desem az. Avukat Atticus toplumun değişmez normlarına
aykırı bir baba, bir aktivist, ırkçılığa karşı göğüs germiş, bir Amerikalı
değil, bir dünya vatandaşı her şeyden önce insanlık adına yakışan bir insan.
Kitap boyu dediği her söz, çocuklarını yetiştirirken takındığı tavırlar örnek
alınması gereken bir portre oluşturuyor karşımızda. Harper Lee’nin ve kalbi
olan her insanın özlediği insan türü o. Köşeleri olmaya, mükemmel olmaya
çalışmayan biri aynı zamanda. Harper Lee onu kahramanlaştırmadan ince bir
çizgide taşıyor kitap boyu.
“ “Her şeyden önce”
dedi. “Basit bir kuralı öğrenirsen, herkesle daha iyi geçinirsin Scout. Bir
insanı, sorunu onun açısından düşünmeye alışmadıkça anlaman olanaksızdır.”
“Efendim?”
“Derisinin içine
girip gezineceksin.” ”
İlk baskının kapak tasarımı (1960) |
Geçtiğimiz sene yayınlanan filmiyle de büyük yankı
uyandıran ve Bülbülü Öldürmek’le temelde
aynı meseleyi işleyen The Help (Duyguların Rengi) kitabının yazarı Kathryn
Stockett’in de esinlendiğini düşündüğüm mahalle örnekleminden yola çıkarak
ırkçılığı anlatma tekniğinin temeli bu kitapta atılıyor. Ortada bir siyahînin
bir beyazın ırzına geçmekle suçlandığı bir dava ve dava ekseninde “onlar” ve
“biz” ayrımını en keskin biçimde ortaya çıkaran kasaba halkı var. Siyah olmanın
neredeyse hayvan olmakla eşleştirildiğini okumak insana acı veriyor. Daha da
acısı aslında birkaç umut vaat eden adım atılmış olsa da temelde aynı
hastalıktan muzdarip histerik bir insanoğlu günümüzde kanlı canlı varlığını
sürdürüyor. Hedefler değişiyor sadece, mekânlar ve zamanların sessiz ev
sahipliğinde. İnsanoğlunun büyük rezilliğinden bazen siyahîler, bazen etnik
gruplar, bazen din mensupları ve her zaman masum insanlar mahvoluyor. Aklım
almıyor, idrakime sığmıyor. Bir insan nasıl sırf ten renginden dolayı bu
muameleleri görür, açıklama yapamıyorum. Yapamıyoruz. Geçiştiriyoruz.
Yüzleşemiyoruz. Sözde insanlık bu. Manevi Taş Devri’nden ruhsal arkaiklikten
kurtulamamış insanoğlu utandırmalı hepimizi. Atticus’un siyahî Tom için yaptığı
müthiş savunmaya kulak vermekte fayda var:
“ Gerçek şudur. Bazı
zenciler yalan söylerler, bazı zenciler kadınlara karşı saygısızdır, beyaz
kadın olsun, siyah kadın olsun, fark etmez. Fakat bütün bunlar yalnız bir ırkı
değil, bütün insanlığı ilgilendiren suçlardır. Bu salonda hayatında yalan
söylememiş, ahlaksız bir davranışta bulunmamış bir insan olabileceğini
sanmıyorum.”
Kalabalıklara karşı bir başına mücadele eden bir kahramanın
hikâyesi bu. Atticus Finch, Bülbülü Öldürmek’le tarih yazıyor. Doğru
bildiğinden bir an bile vazgeçmiyor. Scout’un Hitler’i lanetleyip siyahilere
cephe alma ikilemi içinde bulunan öğretmeninin aksine tüm insanlığa sevgiyle
yaklaşıyor Atticus:
“ “Ama Hitler’den
nefret etmek doğru mu?”
“Doğru değil.” dedi.
“Kim olursa olsun, nefret etmek doğru bir hareket değildir.” ”
Yazarının kelimeleriyle Bülbülü Öldürmek “anlatması gerekeni
tek başına anlatabilen” bir kitap. Hakkında ne yazılırsa yazılsın yetersiz
kalması da bundan. Bülbülü Öldürmek mutlaka ama mutlaka okunmalı. Bu
best-seller tavsiyeleri gibi bir tavsiye değil ama. İnsanlığa çağrı.
Satırlarında kan ve gözyaşı olan; masumiyet, hüzün ve utancın roman Bülbülü
Öldürmek. Çocukluğun romanı. Yetişkinlere kendilerine çeki düzen vermelerini
çocuk dilinden aktaran bir ihtar. Çocukları nasıl köşeye sıkıştırdığımızı ve
onların içindeki cevherleri sıradanlaştırıp ruhlarını fakirleştirdiğimizi
anlatan bir ağıt. İnsanlardan kaçıp saklanan Boo Radley’i ile bu durumun
çözümünün ne kadar zor olduğuna işaret eden bir bildiri. Ama… Yine de umudun
kitabı Bülbülü Öldürmek. İyi insanlar var dedirten bir ferahlık. Hassas
insanların yalnız tadabildiği mütereddit bir ferahlık bu. Her şeye rağmen
sarılacak bir dalımızın olduğunu hatırlatan bir başyapıt.
Harper Lee |
Adıyla, karakterleriyle, olayları ve kurgusuyla, bilhassa
dünya edebiyatının işlediği en önemli mahkemesi ve Atticus Finch’in efsanevi
savunmasıyla kendisi de bir avukat-yazar olan Harper Lee’nin ilk ve tek romanı
Bülbülü Öldürmek karşısında saygıyla eğiliyorum.
Böyle bir kitap hakkında yazılan yazıyı da ancak kendi
satırlarıyla bitirebilirim:
“Yakından tanıdığında
bütün insanlar iyidir Scout.”
*Büyük usta Harper
Lee’yi sevgi ve hayranlıkla selamlıyor, Altın Yayınları’na ve dilimize bu başyapıtı
kazandıran Özay Süsoy’a teşekkür ediyorum.
6 yorum:
Benim de çok sevdiğim bir kitap olan Bülbülü Öldürmek hakkında yazdığınız bu yazı çok doyurucu bir inceleme yazısı olmuş, keyifle okudum, elinize sağlık:)hem konusuyla hem üslubuyla eşsiz bir eser gerçekten
Şu günlerde okuma hızıma diyecek yok ama yine de koca bir okunacaklar listesi var elimde. Bunu da ekledim.
Çekilen ilk versiyon filmini izlemiştim.Sahneleri hala gözümün önündedir ama kitabını okumadım...
Yazını da zevkle okudum...Yine çok fazla spoiller içerse de:)
Sevgimle
Güzel bir kitaptı etkilenerek okumuştum.
Filmini de beğenmiştim, güzel bir tanıtım olmuş.
Sevgiler Kubilay'cım ...
Gerçekten eşsiz bir eser bunun gibisini okumamıştım ve sonu özellikle çok etkileyici...
yakondan tanidigin butun insanlar iyidir derken ne dmeek istiyor
Yorum Gönder