“Ben Gölge’yim.
Acılar kentinden
kaçarım.
Sonsuz kederin içinden
uçarım.”
Cehennem’e hoş geldiniz! İşte karşınızda kelimenin tam
anlamıyla sansasyonel yazar Dan Brown’un yeni başyapıtı. Dante’nin İlahi
Komedya’sından beslenen, tarihi, coğrafik, kriptografik ve bilimsel ögelerle
bezenmiş bir tablo Cehennem. Sürükleyici kelimesi hiç bu kadar yetersiz
kalmamıştı, emin olabilirsiniz.
Belki de neden bu kadar hararetli bir başlangıç yaptığımı
düşünenler olabilir. “Çok satan yazar soğukluğu” olan edebiyat okurlarına
seslenmeliyim önce. Ön yargıları yıkmanın tam zamanı. Belki aradığınız edebi
zevki bulamayabilirsiniz ama herkesin böyle bir kitabı okumaya ihtiyacı var.
Kendi adıma uzun süredir beni böyle dünyadan koparan bir kitapla
karşılaşmamıştım. Zaten bir kez okumaya başlasanız bile eminim ki
bırakamayacaksınız, çünkü Brown eline geçirdiği okuru bırakmaya niyeti olmayan
viral bir roman yazmış durumda.
Cehennem'in orijinal kapağı. Bizim kapağımızdaki gizemki Dante maskesinin yerine Dante'nin portresi kullanılmış. |
Belki de bu sözler Cehennem’in kurgusunu özetliyor. Brown’un
vazgeçilmez başkarakteri Robert Langdon’un kitap boyu düsturu da bu söz aynı
zamanda. Zamana karşı bir yarışın da olduğu unutulmazsa Dan Brown kurgusunu
öyle sağlam ve sürprizli kuruyor ki merak etmeden okumak imkansız hale geliyor.
Cehennem Floransa, Venedik ve İstanbul üçgeninde geçiyor.
Kötü kahramanımız transhümanist felsefenin savunucusu, germ-line
mühendisliğinin kurucusu, deli mi dahi mi karar verilemeyen –ki bana sorarsanız
deliliğe daha yakın- Francis Zobrist’in dünya nüfusunun aşırı artışının getireceği
kaosu engellemek ve dünyanın kendi kendini tüketmesine izin vermeden yapay bir müdahaleyle
nüfusu azaltmak için hazırladığı bir salgının yayılmasını engellemeye çalışan
Robert Langdon bu bağlamda sayısız badireler atlatıyor, başına gelmedik
kalmıyor. Bu sırada Robert Langdon’a yardıma eden Dr. Sienna Brooks, Brown’un
klasik “Bond kızı” geleneğine uyuyor, yani yine Langdon’un yanında ondan daha
zeki ve olayları çözmesinde anahtar rol oynayan bir kadın karakterimiz var.
Dan Brown romanlarından kadın karakter ağırlıklı yazmayan bir romancı ve
yazdıkları da tercihen daha az feminen ya da feminenliğini bilinçli olarak
kullanan ruhu maskülen kadınlar diyebiliriz. Sienna dışında Dünya Sağlık
Örgütü’nün direktörü Elizabeth Sinskey ve kısa bir süre de olsa kitapta yer
alan Ajan Vayentha dışında Cehennem romanı erkeklerin egemenliğinde. En azından
olaylarda aktif ve tam anlamıyla anahtar rol oynayan Sienna’yla bir nebze olsun
bu eksiklik gideriliyor diyebiliriz.
Romanda önemli rol oynayan mekanlardan biri: Boboli Bahçeleri, Floransa |
Sanat tarihi profesörü ve kriptografi uzmanı Robert Langdon
bana her zaman yakın gelen ve Dan Brown’un da vazgeçemediği başkarakterken bu noktada
asıl spot ışığı Sienna’nın üzerinde olmalı diye düşünüyorum. IQ’sunun 208
olduğu sık sık yazar tarafından zikredilen Dr. Sienna Brooks, iyi bir oyuncu ve
kendini dünyayı kurtarmaya adamış bir aktivist. Çocukluktan beri bu farklılığı
ona engel oluşturmuş ve toplum içinde yalnız kalmasına sebep olmuş. Brown bunu
Sienna’ya ayırdığı özel bölümde çok başarılı bir şekilde anlatıyor:
“Çocukken olağanüstü
bir zekâya sahip olan Sienna, büyürken kendini hep yabancı bir diyardaki bir
yabancı gibi hissetmişti… Terk edilmiş bir dünyada tutsak kalmış bir uzaylı
gibiydi. Arkadaş edinmeye çalışmıştı ama akranları onun ilgisini çekmeyen
saçmalıklarla meşguldüler. Büyüklerine karşı hep saygılı olmaya çalışmıştı ama
çoğu yetişkin ona dünyayla ilgili basit şeyleri bile kavrayamayan, daha da
kötüsü hiç merak etmeyen ve endişelenmeyen yaşlanmış çocuklar gibi geliyordu.
Kendimi bir hiçliğin parçası gibi hissediyorum.
…Normal biri olma isteği…
İnsanlar onu, “Sienna
yavaşla!” diye uyarıyorlardı. “Dünyayı kurtaramazsın!”
Ne korkunç bir laf.
…Bir kişi nasıl fark yaratabilir ki…
…Ben hasarlıyım…”
Toplumdan soyutlanma ve yalnızlık temalarını işleyen Dan
Brown güzel bir iş başarıyor ve kurgusuyla da Sienna’ya öyle bir rol biçiyor
ki… Kitabı okuyacak olanların heyecanlarına zarar vermemek için ayrıntılardan
bahsetmiyorum, okuduğunuz zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.Robert Langdon'un kabuslarına giren ve Ortaçağ'da veba doktorlarının kullandığı maske |
Bir başka inanılmaz karakter de kötü adamımız Francis
Zobrist – daha çok Zobrist adıyla zikrediliyor kitabımızda- Nüfus artışı
kontrol altına alınmadığı sürece insan ırkının tükeneceğini savunan Zobrist
yayınladığı makalelerle toplum tarafından dışlanmış durumdayken dünyanın dört
bir yanında ona hizmet eden müritlere sahip. Bir salgın yaratıp bununla
gerekliği “temizliği” yapmak isteyen Zobrist’in fikirlerini ayrıntısıyla
öğreniyoruz. Zaten kitabımız da macera oluşumuna sebep olan şahıs Zobrist’in ta
kendisi. Asıl ilginç olansa Zobrist’in tüm bu planlarını Dante ve onun şaheseri
İlahi Komedya – özellikle Cehennem- üzerine kurmuş olması. Kitabımıza adını
veren Cehennem de buradan geliyor.
“Ayıklama Tanrı’nın
doğal emridir. Kara Ölüm’ün ardından ne geldiğini kendinize sorun. Cevabı
hepimiz biliyoruz. Rönesans. Yeniden doğuş. Her zaman böyle olmuştur. Ölümün
ardından doğum gelir. Cennete ulaşmak için insanın cehennemden geçmesi gerekir.
Usta bize bunu öğretti…
Ölümden korkmuyorum…
Çünkü ölüm hayalcileri şehit mertebesine yükseltir… Asil fikirleri eyleme
dönüştürür. İsa. Sokrates. Martin Luther. Bir gün onlara katılacağım.”
Kitabın en önemli anahtarlarından biri Boticelli'nin La Mappa dell' Inferno'su |
Dante, Zobrist’in hayran olduğu bir sanatçı ve planlarını da
onun Cehennem’i üzerine kuruyor ve hazırladığı şifre ve oyunlarla Robert
Langdon’u üç şehirde Dante’nin yolculuğunun izini süren gizemli bir macera
çıkarıyor. Zobrist, takıntılı ve histerik edebiyat düşkünü bir bilim adamı.
Kitap boyu Dante her an karşınıza bambaşka yerlerden çıkacak ki ne dediğimi o
zaman gayet iyi anlayacaksınız. Zobrist’i bir kenara bırakırsak Dan Brown
Dante’nin İlahi Komedya’sını romanına zemin haline getirerek zarlarını sağlam
atıyor ve kurgusuna her zamankinden daha kuvvetli bir sanatsal altyapı
hazırlıyor. Botticelli’ler, Michelangelo’lar, Vasari’ler de resim ve heykel
ayağını oluşturuyor işin –ki klasik bir Langdon macerası sanatsız olmaz- Gerçekten
de bu durum tüm okuyucuların da hoşuna giden bir durum. Aynı zamanda daha önce
duymayanlar için öğrenme fırsatı sağlaması da bence takdir edilmesi gereken bir
olgu. Cehennem aynı zamanda Brown’un Langdon’a bizler için anlattırdığı bir
sanat tarihi dersi.
Transhümanizmin Simgesi |
Kitapta bahsedilen transhümanizm felsefesinden de
bahsetmeden geçmek istemem. Transhümanizm insanın evrimine kendi eliyle çeki
düzen vermesini isteyen, insandan yapay seçilimle bir süper tür yaratmayı
planlayan, Langdon’un benzetmesiyle
“Hitler’in öjeniğinin –genetik seviyede etnik temizlik” bir benzerini
yapmak isteyen ama daha geniş çapta etnik köken gözetmeksizin insan türünün
sayısını ideale getirmeyi amaçlayan fütüristik bir hareket. Transhümanizim
gücünü genetik mühendisliğinden alıyor ve dünya çapında sorumluluk sahibi
bireylerden oluşuyor: Güvenilir bilim adamları, vizyon sahibi bireyler,
hayalperestler ayrıca hareketi alevlendiren militanlar. Cehennem’in
yayınlanmasıyla birlikte çok tartışılan ve tartışılmaya devam edilecek bir
durum bu ve yine belirtmek gerekir ki Brown’un daha önce denediği tarzda bir
tarikat olgusuyla kurguya hareketlilik katmak amaçlanıyor.
Aslında burada şu noktaya dikkat çekmek gerekir. Dan Brown
yine alışılagelen tarzını kullanıyor tüm bu süreçte. Oluşturduğu kendine has roman
kalıbını kullanıyor yine. Ama bu bir tekrara düşmek değil, Brown büyüsünün ana
maddesi bu unsurlar zaten. Çok satan ve tüm dünyayı her denediğinde kasıp
kavuran romanlarıyla bu formülün başarısını defalarca kanıtladığı göz önüne
alınırsa Dan Brown’un neden bundan vazgeçmediği gayet iyi anlaşılabilir.
“Diz çök bilgeliğin
kutsal mouseion’undan ve kulağını yere daya, dinle suyun şırıltısını.
Batık sarayın
derinliklerine in, orada, karanlığın içinde bekler khthonik canavar kan
kırmızısı sularına gömülmüştür lagünün ki yansıtmaz yıldızları.”Göksel Gülensoy kitabın sürprizlerinden... |
Bu satırlar nereyi işaret ediyor peki? Tabii ki de yazmamın
bir nedeni var. Dan Brown’un bize özel sürprizi: İstanbul. Kadim şehir Brown’un
romanında kilit rol oynuyor ve düşünmeden edemiyorsunuz neden daha önce
İstanbul’u kullanmadı Dan Brown diye. İstanbul’un Vatikan’dan ya da
Floransa’dan eksiği yok sanat ve tarih açısından ki bu da kitaba çok güzel
yansıtılmış. Brown’un İstanbul’unda Langdon’la beraber Ayasofya’ya, Yerebatan
Sarnıcı’na, Sultanahmet Camii’ne, Topkapı Sarayı’na rastlıyoruz. İstanbul’da
bizi karşılayan rehber Mirsat’la birlikte kendisinden sadece bahsedilse de Göksel
Gülensoy Cehennem’in Türkiye kadrosu. Göksel Gülensoy gerçek biri ve kendisi
Ayasofya’nın altına, yer altı mağara ve galerilerine keşif amaçlı dalış yapan
ve İstanbul’un saklı gizemlerini ortaya çıkaran kıymetli bir belgesel ve film
yapımcısı, bu yüzden de Dan Brown onu romanına alarak güzel bir jest yapmış.
“Burası ikiye bölünmüş
bir dünya, karşıt güçlerin şehriydi: Dindarlarla laikler; eskiyle yeni;
Doğu’yla Batı… Avrupa ile Asya arasındaki coğrafi sınırda duran bu ebedi şehir,
gerçekten de Eski Dünya’dan daha eski bir dünyaya uzanan bir köprüydü.”
Cehennem muhteşem kurgusu ve Dan Brown esintileriyle sizi
sarıp sarmalayacak ve tuzaklı yapısı ve her bölümünü “en heyecanlı yerinde”
bitiren, okumayı daha da hızlandıran 104 bölüme ayrılmış yapısıyla sizden
ayrılmaya hiç niyeti olmayan bir roman. İster bunu itiraf edin isterseniz
etmeyin ama yapılması gereken tek şey Dan Brown’u bir kez daha tebrik etmek.
Destansı bir yolculuk bu olsa gerek. Cehennem, yılın kitabı.
Dan Brown |
*Kitabı en güzel ve aslına en yakın haliyle dilimize çeviren
Petek Demir- İpek Demir ikilisine ve Altın Yayınları’na teşekkürler.
Kubilay
5 yorum:
Kitabı en çok İstanbul'da geçen kısımlarından dolayı merak ediyordum ama yazınız sayesinde gördüm ki oldukça dolu bir kitap, özellikle sanat tarihiyle ilgili altyapısı benim için kitabı daha da ilginç hale getirdi, transhumanizm konusu da gerçekten ilgi çekici, bu ayrıntılı paylaşımınız için teşekkürler:)
Teşekkürler, yazımı beğenmeniz beni çok mutlu etti. Cehennem'i çok sevdim ve yazıya da çok özendim bu yüzden.
Ben de sizin kitabı okuyup yorumlamanızı bekliyorum.
Tekrar teşekkürler. Yorumlarınızı eksik etmeyin.
Kitabı alalı tam bir ay oldu desem...Niyeyse öteleyip duruyorum:))
Bugün yeni bir kitaba başlayacaktım,belki yazından sonra ''Cehennem''e başlarım.
Yine çok güzel bir yazıydı Kubilay...
Sevgimle
Teşekkür ederim Lale Abla, senin yorumların benim için her daim çok kıymetli.
Dediğim gibi mutlaka okumalısın, sakın erteleme.
Sevgiler ;)
Kubilay'cım, ben de bekletiyorum Cehennem'i ama okuyayım bari bu güzel yazıdan sonra, sevgiler :)
Yorum Gönder