"Kendini aşktan başka neye saplayabildi kirpiler?"
Dün başladım 1473'e, dün bitirdim 1473'ü. Kılcal damardan hafif hafif ama düzenli şekilde akan ılık kırmızı renkli kan misali. Bedia Ceylan Güzelce'nin ilk romanına yukarıdaki satırlarla vuruldum ben. Ve baktım kendime, insanoğluna. İnsanlık aşağıladıkları, küfürleştirdikleri hayvanlar kadar olabiliyor mu?
1473, Otlukbeli Savaşı'nın tarihi, tarih derslerinden hatırlayacaksınızdır muhtemelen. Kitabımız da Otlukbeli Savaşı'nı, öncesini ve sonrasını kirpilerin gözünden anlatıyor. Ve bir açıdan da kamerayı okuyucuya çeviriyor. Sorgulamaya ve irdelemeye yönlendiriyor. İnsanoğlu ne yaptığını zannediyor?
Kitabımız, Akkoyunlu Devleti'nin hükümdarı Uzun Hasan ve Fatih Sultan Mehmet'i tanıtıyor önce bizlere, kendine has üslubuyla. Sonra da Otlukbeli Mevkii'ni. Kitabın en can alıcı satırlarından bazılarını bu kısımda okuyorsunuz. Kitap en başından itibaren o nazenin üslubuyla karşımıza çıkıyor. Duyarlı, hassas bir anlatım okuyucuyu kolayca içine alıyor, kalbinden yakalıyor.
"Yuvalarının üstünde birbirini öldürmek için sıraya girmiş zafer düşkünlerini taklit ederek yere düşerken, dualar ettiler. Bu şekilde ölmeyecekleri bir dünyaya yeniden gelebilmek için. Ve hayvanlar her duanın sonunda "amin" yerine "olsun" dedi.
Olsun."
Sonra sözü dişi kirpi alıyor. Anlatıcının kirpide can bulmuş halinden de izler taşıdığını görüyoruz. Bir kirpi nasıl bakarsa hayata, etrafa öyle bakıyoruz biz de. Bu kısım özellikle başarılı. Çünkü insan izlenimi taşımıyor tam anlamıyla kirpinin penceresinden bir bakışa sahip oluyoruz. Üstelik yapmacık değil, havada asılı kalmıyor. Kirpilerin tek eşli olduğu ayrıntısı da belirtiliyor. "Bilirim ki sevgilimin âşık olduğu tek canlı benim" cümlesinin beni oldukça etkilediğini söylemeliyim. Birbirinden güzel anlatımlarla devam eden bu bölümde dişi kirpinin erkek kirpiyle tanışmasına da şahit oluyoruz, tabii ki onların büyük aşkına da. Otlukbeli'ne de göz gezdiriyoruz, böylece ileriki sayfalar için zihnimizde başarılı bir fon hazırlıyor yazar. Her bölümün sonuna - ya da başlangıcına diye de düşünülebilir - bir cümle ekleyen yazar bu kısımdan sonraki ilk cümlesi, kitabın en tatlı cümlesi belki:
"Ve ben kendimi ona ithaf ettim."
Sonra kirpilerin o sonsuz aşklarına tanık oluyoruz, her bir cümleyle. Öyle güzel sayfalar ki bunlar, insanın defalarca aynı harfleri okuyası geliyor. Ağzındaki damla sakızlı şekerin hiç erimemesini isteyen bir çocuk misali...
Kitapta ayrıca bir de rüzgar kullanımı var. Rüzgar, bir nevi tanrının yardımcısı havasında aktarılıyor. Kitaba ilginç, gizemli bir hava kattığı kesin.
Sonra kesif bir hüzün kaplıyor sayfaları. Savaş yakın. Hayvanlar hissediyor bunu. Dilden dile aktarılıyor. Ve sahneye bir akbaba çıkıyor. Hayyam. Kızıl bir akbaba Hayyam, kirpiler ve diğer birçok hayvan ondan öğreniyor olan biteni. Biz de onun gözünden savaş hazırlıklarına bakıyoruz yavaş yavaş. Hayyam gördüklerini yorumluyor aynı zamanda. Padişahların gözünden pişmanlığı okuyor daha savaş başlamadan. Çoğu hayvan yerini yurdunu bırakıyor, kendini korumak adına. Bazıları kalıyor Otlukbeli'nde yalnız Bizim kirpiler başta olmak üzere. Hayyam onları bilgilendirmeye devam ediyor, onlar da kendilerince hazırlıklar yapıyorlar, tüneller geçitler kazıyorlar. Hayyam bu sırada bize aslında savaşın kazananın başlamadan belli olduğunu da söylüyor: "Dolunayda bir suyun üstünde kaç parıltı olabilirse o kadar askeri var Sultan Mehmet'in."
Sonra savaş başlıyor. Bazı bölümlerde anlatıcı belli olmazken, devam eden bölümlerde kirpiler anlatıyor gördüklerini. Anlatıcının belli olmadığı, bizim insan ilişkilerine daha çok girdiğimiz anda bile o naif duyarlılık elden bırakılmıyor, çok başarılı bir uygulama. Böylece kitabın daha bilgi ağırlıklı denebilecek bölümleri belgesel havası yerine kurgu havasına bürünüyor, okuyucuyu kendinden uzaklaştırmıyor. Sonra Uzun Hasan'ın oğlu Kör Zeynel'le, Fatih'in oğulları Şehzade Mustafa ve Şehzade Bayezid ile tanışıyoruz. Savaşın yakın şahidi oluyoruz. Savaş sahneleri o kadar insancıl anlatılmış ki, insanın içini acıtıyor gördükleri. Savaşın teknik ve sayısal yüzü yerine yüreklerin baktığı, ruhların dolaştığı yüzüne bakıyor yazar. Özellikle hem Fatih'te hem de Uzun Hasan'da pişmanlık duygusunun gösterilmesi fikrimce çok önem taşıyor. İnsanoğlunun yaptıklarından bolca pişmanlık duyması kitapta gereken yeri buluyor.
Hüzün dolu sahneler yaşıyoruz sonra, gözlerimizin dolduğu. Bir baba oluyoruz üzülüyoruz yavrumuza, bir âşık oluyoruz üzülüyoruz sevgilimize. Yüreğimiz harfler sayısınca atıyor burada. Tıp, tıp, tıp. İnsani duygular ete kemiğe bürünüyor adeta. Hüzün kitabın sonlarına doğru iyice kanatlanıyor. Savaştan arta kalanların manzarası yürekleri dağlıyor gerçekten. Kapanışı Hayyam yapıyor. Bol şiirsel bir anlatımla... Bir anlamda kitabın bir yansıması bu bölüm, çünkü kitabın genel havası ritimli bir düz yazı. Bir anlamda anlattığı duygulara göre akıyor anlatım, şekil değiştiriyor. Bir de sükunet. Kitap boyu her harfe sinmiş durumda. Bambaşka bir anlatımı var 1473'ün.
Bedia Ceylan Güzelce |
Bedia Ceylan Güzelce'nin ilk kitabı 1473'üne ben Atlas dergisinde rastlamıştım. Aynı zamanda Atlas yazarlarından biri olan Bedia Ceylan Güzelce kitaba 2005'te yazdığı bir cümleyle başlıyor. Babasını kaybettikten sonra üç yıl el sürmüyor. Ve kitap bitince, babası Yaşar Mehmet Güzelce'ye ithaf ediyor. 1473'ün bir tarih danışmanı da var aynı zamanda. Yazar, şimdi yeni bir kitabın hazırlıklarını yapıyormuş, sn olarak ekleyeyim.
1473, insanlığa, insanlığın yaptıklarına sadakat timsali kirpilerin gözünden anlamlı bir bakış. Nefes alan, kendine has bir ritme sahip capcanlı bir roman. Yürekten tavsiyem...
Kitabın kapak tasarımını da çok beğendim. Kirpilerin oklarının minareler şeklinde simgeselleştirilmesi kitabın ruhuna uygun bir seçim olmuş. "Türk'ün Türk'le, Müslüman'ın Müslüman'la savaşı" satırları da bu şekilde anlamını pekiştirmiş...
"Aşk kâbesidir kirpilerin, etrafında dönerler."
Bedia Ceylan Güzelce'ye ve April Yayıncılık'a teşekkürler.
Edebiyatla kalın...
Kubilay
Not:
Kaçık Sanat Tarihi yazılarının ikincisini yarın yayınlayacağım. Duyurulur...