Takip ettiğim blogların son gönderilerine göz gezdirirken Ayşe'nin Kitap Kulubü 'nde en sevdiğim yazar Elif Şafak'ın TED : Ideas Worth Spreading ( Yayılmaya değer fikirler ) adlı platformdaki "Kurgunun politikası" konuşmasına rastgeldim. Hemen annemi çağırdım - annem de benim gibi Elif Şafak'ı severek takip edenlerden -ve birlikte konuşmayı baştan sona izledik. (Dipnot: Videonun subtitle özelliği harika, Türkçe altyazı sayesinde rahatça izledik. ) Ve tek kelimeyle hayran kaldık. Akıcı İngilizcesiyle bizi büyüleyen Elif Şafak, seyirciler üzerinde büyük bir hakimiyete sahip. Usta hikayeci Elif Şafak usta hitabetçi sıfatını da layığıyla hak ediyor. 20 dakikalık konuşma boyunca tüm seyirciler pür dikkat izlemiş, biz de öyle tabii. "Bir yazarı yaptığı konuşmadan tanıyabilir misiniz?" sorusuna koca bir evet diyebilirsiniz bu konuşmayı izledikten sonra. Tam anlamıyla kendini ifade etmiş Elif Şafak. Düşündüklerini ve dünya bakışını o kadar güzel anlatmış ki...
Konuşmaya kendi hayatından kesitler sunarak başlayan Elif Şafak, anneannesinin mistik kişiliğinden bahsediyor gülümseyerek:
"Aslında, iki ayrı çeşit kadınlığı gözlemleyerek büyüdüm. Bir tarafta annem vardı, iyi eğitimli, laik, modern, batılılaşmış bir Türk kadını. Diğer tarafta ise yine beni büyüten ve daha ruhani, daha az eğitimli ve kesinlikle daha az akılcı olan anneannem vardı. Bu kadın geleceği görmek için kahve telvelerini okuyan ve nazarı defetmek için kurşunu gizemli şekiller alacak şekilde eriten biriydi.
Anneannemin çok ziyaretçisi olurdu; yüzlerinde ağır sivilceleri veya ellerinde siğilleri olan kişiler. Her defasında anneannem Arapça bazı kelimeler mırıldanır daha sonra da kırmızı bir elmaya yok etmek istediği siğil sayısı kadar gül dikeni saplardı. Sonra da tek tek bu dikenleri siyah bir mürekkeple çember içine alırdı. Bir hafta sonra hasta kontrol için geri gelirdi. Şimdi, bilim insanlarının ve akademisyenlerin olduğu bir seyirci topluluğu önünde böyle şeyler söylememem gerektiğinin farkındayım, ama gerçek şu ki, ciltlerindeki rahatsızlıklardan dolayı anneannemi ziyaret eden bu kişilerden bir tanesinin bile mutsuz ya da iyileşmeden gittiğini görmedim. Anneanneme bunu nasıl yaptığını, duaların gücüyle mi alakalı olduğunu sordum. Cevap olarak bana "Evet, dua etmek etkilidir. Ama çemberlerin gücüne de dikkat etmelisin" dedi.
Bu ondan öğrendiğim nice kıymetli dersten bir tanesidir. Eğer hayatınızda bir şeyi yok etmek istiyorsanız, bir sivilceyi, bir lekeyi veya bir insan ruhunu, bütün yapmanız gereken onu kalın duvarlarla çevrelemek. İçeride kuruyup kalacaktır."
Elif Şafak'ın hayal gücünün ve mistik yanının anneanesinden miras kaldığını tahmin etmek zor değil :) Anneannesinin anlattıklarından müthiş bir ders de çıkarıyor. Kıvrak zekasını kullanarak...
"Anneannem gibi kadınların Türkiye'de yaptıkları bir başka şey de aynaları kadifelerle örtmek veya ters çevirerek duvara asmaktır. Bu eski bir doğu geleneğidir. Bir insanın kendi yansımasına uzun süre bakmasının sağlıksız olduğu bilgisinden beslenen bir gelenektir. İronik olan, benzer fikirleri paylaşan cemaatlerde yaşama eğilimi günümüzün globalleşen dünyasındaki en büyük tehlikelerden biridir. Ve bu heryerde yaşanan birşey, liberallerde de, muhafazakarlarda da, agnostiklerde de inançlılarda da, zenginlerde de fakirlerde de, doğu'da da batı'da da... Benzerliklerden/ayrılıklardan hareketle kümelenme ve daha sonra da diğer insan kümeleri hakkında önyargılar üretme eğilimindeyiz. Benim fikrime göre, bu kültürel getto'ları aşmanın yollarından biri hikayet anlatma sanatıdır. Hikayeler sınırları yıkamaz ama mantık duvarlarımızda küçük delikler açabilir. Bu deliklerden bakarak Öteki'ni görebilir, hatta zaman zaman gördüğümüzü sevebiliriz. "
Farklılıkların ve kontrastların bizi ve ruhumuz beslediği, zenginleştirdiği gerçeği Elif Şafak'ın temel prensiplerinden. Öykülerle farklı dünyalara kapılar geçmek ve önyargılarımızı yıkmak gerçekten de günümüz dünyasının vazgeçilmez ihtiyacı.
"Evde sürekli hikayeler anlatıyordum, bu iyi bir şey, ama bunları hayali arkadaşlarıma anlatıyordum, bu pek iyi değildi. İçine kapanık bir çocuktum; renkli boya kalemleriyle iletişime geçecek ve çarptığım objelerden özür dileyecek boyutta. Annem de gün gün yaşadıklarımı ve duygularımı yazmamın bana iyi gelebileceğini düşünmüştü. Ama annemim bilmediği bir şey vardı: hayatımı son derece sıkıcı buluyordum ve yapmak istediğim en son şey kendim hakkında yazmaktı. Bundan ziyade, kendim yerine başka insanlar ve yaşadıklarım yerine hiç olmamış şeyleri yazmaya başladım. İşte kurgu yazmaya karşı tutkum bu şekilde başlamış oldu. Yani en başından beri, kurgu benim için otobiyografik bir dışavurumdan ziyade öte dünyalara, başka olasılıklara yapılan aşkın bir yolculuktu. "
Elif Şafak hakkında bilmediğim bir leyi öğrenmek ne güzel! Çarptığı objelerden özür dileyen minik Elif'in ileride hoşgörülü ve kimseyi incetmeyen yazar Elif Şafak olacağı belliymiş. "Adam olcak çocuk..." derler ya :)
İnsanın kendi hayatı monoton gelir genelde. Elif Şafak da bunu yaşamış ve başkalarının öykülerini yazmaya karar vermiş. Kurgu yazmaya böyle başlamış. Bu konuda aynı fikirdeyim, başkalarının hayatlarını yazmak daha eğlenceli.
"Bazı çocuklar bana seyretmemiş olduğum "Geceyarısı Ekspresi" filmi hakkında sorular soruyorlardı. Günde kaç sigara içtiğimi sorguluyorlardı, çünkü bütün Türklerin sigara tiryakisi olduğunu sanıyorlardı. Kaç yaşından sonra başımı kapayacağımı merak ediyorlardı. Bunların ülkem ile ilgili en temel üç klişe olduğunu da bu şekilde öğrenmiş oldum; politika, sigara ve başörtüsü."
Türkiye hakkında önyargıları hüzünle anlatan Elif Şafak, yurtdışında yaşayan Türk çocuklarının üzerindeki baskıyı gözler önüne seriyor.
"1999'da deprem İstanbul'u vurduğunda oradaydım. Sabahın üçünde koşarak binadan çıktığımda, sokakta gördüğüm bir şey hızımı kesti. Mahallenin bakkalı oradaydı -- huysuz ve alkol satmayan yaşlı bir adam vardı marjinal tiplerle konuşmazdı. Uzun siyah bir peruk takmış ve rimelleri akmış bir transseksüelin yanında oturuyordu. Adamın sigara paketini açıp titreyen elleriyle bir tane de ona uzatmasını seyrettim. Ve depremin olduğu gece ile ilgili aklımda kalan temel görüntü budur -- muhafazakar bir bakkal ile ağlayan bir travestinin kaldırımda yan yana sigara içişleri. Ölüm ve yıkım ile yüzleştiğimizde dünyevi farklılıklarımız buharlaşır, ve bir kaç saat için bile olsa hepimiz Bir oluruz. Ama ben her zaman hikayelerin de benzer bir etkisi olduğuna inanmışımdır. Kurgunun bir deprem kadar gücü olduğunu söylemiyorum. Ama iyi bir roman okuduğumuzda, kendi küçük apartman dairelerimizi arkamızda bırakıp daha önce hiç bir araya gelmemiş olduğumuz, hatta belki de ön yargılı olduğumuz kişileri tanımak için tek başımıza geceye dalarız."
Depremlerde, afetlerde, kısacası zor anlarda insanların birleştiği gerçeğini çarpıcı bir örnekle anlatıyor Elif Şafak ve depremlere gerek olmadan da farklılıklara hoşgörülü bakış açısını kitaplarla yakalayabileceğimizi söylüyor. Kitapların büyülü gücü...
"Bundan kısa süre sonra, önce Boston sonra da Michigan'a bir kadın kolejine gittim. Bu yolculukları coğrafi bir değişimden ziyade dilsel bir değişim olarak yaşadım. İngilizce roman yazmaya başladım. Göçmen, mülteci veya sürgün değilim. Öyleyse bunu neden yaptığımı soruyorlar. Ama diller arasında seyahat etmek bana kendini yeniden yaratma şansı veriyor. Türkçe yazmayı çok seviyorum, bana göre çok şiirsel ve duygusal bir dil. Ve İngilizce yazmayı da seviyorum; benim için matematiksel ve zihinsel. Yani her bir dil ile farklı bağlarım olduğunu hissediyorum."
Konuşmanın bu bölümünde sıklıkla karşılaştığı bir soru olan "Neden ingilizce yazıyorsunuz?" sorusuna bir kez daha cevap veriyor. Gerçekten de öyle her dil insanı farklı diyarlara sürükleyen birer kapı...
"2005 yılında kurgusal karakterlerimin konuşmaları yüzünden mahkemelik olduğumda bunu ilk elden deneyimlemiş oldum. Bir Ermeni ve bir Türk ailesinin hikayesini kadınların gözlerinden anlatan, yapıcı, katmanlı bir roman yazmak istedim. Ama hakkımda dava açılınca benim mikro hikayem bir makro meseleye dönüştü. Ermeni-Türk çatışmasını yazdığım için kimileri beni yerdi, kimileri övdü. Oysa her iki kesime de bunun sadece bir kurgudan ibaret olduğunu anımsatma gereği hissettiğim zamanlar oldu. Sadece bir hikayeydi. Ve "sadece bir hikayeydi" derken işimi küçümsüyor da değilim. Ben edebiyatı kendisi için sevmek istiyorum, bir araç gibi görmek değil.
Yazarların politik görüşleri olabilir, hatta iyi politik romanlar da yazılabilir ama edebiyatın dili ile siyasetin dili aynı şey değildir. Chekhov, "Bir problemin çözümlemesi ile aynı problemi doğru bir şekilde sorabilmek tamamen iki farklı meseledir." demiştir. "Ve sadece ikincisi sanatçının yapabileceği bir şeydir." Kimlik politikaları bizleri böler, hikayeler ise birleştiriyor. Birisi kallavi genellemelerle ilgileniyor. Diğeri ise nüanslarla. Biri sınırlar çiziyor. Diğeri ise hudut tanımıyor. Kimlik politikaları katı tuğlalardan örülüyor. Edebiyat ise akan bir su gibi. Osmanlılar döneminde "meddah" adı verilen seyyar hikaye anlatıcları vardı. Kahvehanelere gider, izleyicilerin önünde hikayeler anlatırlar, çoğu zaman doğaçlama yaparlardı. Hikayedeki her yeni karakterle birlikte, meddah sesini değiştirir, o karakteri canlandırırdı. Herkese açıktı, herkes seyredebilirdi -- sıradan insanlar, hatta Sultan bile, müslümanlar ve Gayrimüslimler. Hikayeler sınırların ötesine geçer. Tıpkı Orta Doğu'da, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Asya'da çok yaygın ve popüler olan "Nasreddin Hoca" hikayeleri gibi. Bugün de dün olduğu gibi, hikayeler sınırları aşmaya devam ediyorlar. Filistinli ve İsrailli politikacıları konuştuğunda genellikle birbirlerini dinlemiyorlar. Ama Filistinli bir okur Yahudi bir yazarın kitabını hala okuyor ve Yahudi bir okur da Filistinli yazarınkini, empati kurarak. Edebiyatın bizi daha da öteye taşıması lazım. Eğer bunu başaramazsa zaten iyi bir edebi eser değildir. "
"Baba ve Piç" kitabı önyargılı insanlar tarafından yanlış anlaşılmıştı. Bence konuşmanın bu bölümü onlar için en iyi cevap. Fazla söze gerek yok...
"Kitaplar beni bir zamanlar olduğum o içine dönük çocukluktan kurtardılar. Ama onları putlaştırma tehlikesinin de farkındayım. Şair ve mistik Rumi ruhsal eşi Şems-i Tebrizi ile karşılaştığında, Şems’in ilk yaptığı şeylerden birisi Rumi'nin kitaplarını suya atmak ve harflerin yok oluşunu izlemek olmuştu. Sufiler şöyle der, "Sizi kendinizden öteye götürmeyen bilgi cehaletten beterdir." Bugünün kültürel gettolarının sorunu bilgi eksikliği değil. Birbirimiz hakkında çok şey biliyoruz ya da bildiğimizi sanıyoruz. Ama bizi kendimizden daha öteye götürmeyen bilgi bizi elitist yapıyor, mesafeli ve uzak. Çok sevdiğim bir metafor var; Bir pergel gibi çizerek yaşamak. Bilirsiniz, pergelin bir bacağı sabittir ve yere kök salmıştır; ama bu arada diğer bacağı sürekli hareket ederek büyük bir çember çizer. Ben kendi edebiyatımı da buna benzetiyorum. Bir ayağım istanbul'da güçlü Türk kökenimle duruyor. Ama diğer bacağım dünyayı geziyor, farklı kültürler arasında köprüler kuruyor. Bu açıdan, kurgularımın hem bölgesel hem de evrensel, hem buradan hem de heryerden olduğunu düşünmeyi seviyorum. "
Elif Şafak mistik ruhunu yansıtmasının ardından, köklerinden kopmadan dünyaya açıldığını vurguluyor. Pergel örneği tam anlamıyla olayı yansıtıyor.
"Aranızda İstanbul'u bilenler büyük ihtimalle Topkapı Sarayı'nı da görmüşlerdir, 400 yıldan uzun bir süre boyunca Osmanlı Sultanları orada ikamet etmişlerdi. Sarayda, en gözde cariyerlerin bulunduğu bölmelerin hemen dışında binaların arasında "Cinlerin Meşveret Yeri" denilen bir yer vardır. Bu kavram benim çok ilgimi çekiyor. Birşeylerin arasında kalan bölgelere bizler genellikle pek güvenmeyiz. Onları belirsizlik simgesi olarak alma ve dumansız ateşten yapılmış Cin denilen doğa üstü yaratıklara ait bölgeler olarak görme eğilimindeyiz. Ama bence biz yazar ve sanatçıların en çok da böyle aradalıklara, belirsiz bir bölgeye ihtiyacı var. Kurgu yazdığımda ben bu belirsizliği ve değişkenliği sevgiyle kucaklıyorum. 10 sayfa sonra neler olacağını bilememekten zevk alıyorum. Karakterlerim beni şaşırttıklarında mutlu oluyorum. Bir romanımda Müslüman bir kadının hikayesini yazabilirim. Ve bu belki de çok mutlu bir hikaye olur. Bir sonraki kitabımda ise Norveçten yakışıklı ve gay bir profesörü yazıyor olabilirim. Kalpten geldiği sürece, her şey veya herhangi bir şey hakkında yazabiliriz."
Her kitabında bizi sürprizlerle karşılayan Elif Şafak, belirsizliklerden hoşlandığını bahsediyor. Bir yere takılıp kalmıyor zaten, herkesi anlatıyor şişmanı da zayıfı da, Müslümanı da Gayrimüslimi de, mutluyu da mutsuzu da...
Konuşmanın son bölümü ise herşeyi özetliyor:
"Sonuçta, hikayeler dönen semazenler gibiler, çember ötesi çemberler çizerler. Kimlik politikalarını aşarak tüm insanlığı birleştirirler. Ve bu da iyi haber. Eski bir Sufi şiiri ile bitirmek istiyorum.
"Gelin tanış olalım;
İşi kolay kılalım;
Sevelim sevilelim;
Dünyaya kimse kalmaz. "
Teşekkür ederim."
Bir yazarı konuşmasından tanımak bu olsa gerek.
Meraklısına not:
TED, dünyanın en ilginç konusmacılarını ve konularını biraraya getiren, New York ve Vancouver merkezli bir yapılanma. Denizlerin derinliklerindeki bilinmeyenlerle nükleer santral yapımını veya terör örgütlerini bir arada buluşturabilen ve kolay kolay bulunamayacak bilgileri su üstüne çıkaran olağanustu bir program.
Konuşmanın tam metnini ve TED sitesini de buraya tıklayarak bulabilirsiniz.
Edebiyatla kalın...
Kubilay
Kubilay
6 yorum:
Elif Şafak yazarlığının yanı sıra bir kadın bir anne bir insan... Bunu insana o kadar hissettiriyor ki... benim kitabımı kızkardeşime diye imzalamıştı.... nasıl gönülden geldi bana ve resim çektirmeyi kendisi teklif etti... İmza gününü ticari bie amaç olarak kullanan çok yazardan sonra bu davranış gözlerimi yaşartmıştı...
Sevgilerimle
Sizin gibi dürüst, sizin gibi "gerçek" okurların yanı sıra internette dolaşan asılsız haberler hepimizi üzüyor. İmza gününe parayla geliyor Elif Şafak diyenler bunu ne amaçla yaparlar anlayamıyorum. Bunu ahlak çerçevesine sığdıramıyorum.
Muhabbetle...
Öncelikle yazınızda bloğumuzdan bahsettiğiniz için çok teşekkür ederim. Konuşmayı ve Elif Şafak’ı çok güzel anlatmışsınız. Ellerinize sağlık. Sanki konuşmayı dinlememiş/okumamışım gibi büyük bir hevesle, ilgi ile okudum yazınızı.
Ben sevdiğim –kişilere, kitaplara, yazarlara- kimi konuya dil uzatılınca çok daha hassaslaşıyorum. Bir yazarı sevmemeyi, yazım dilini eksik bulmayı, benzerlerini anlayabiliyorum. Ama sırf kendi çemberi sınırları içinde olmadığı için yermeyi, iftira atmayı anlayamıyorum.
Marquez ömrü boyunca kendi yazım dili bozulur korkusu ile hiçbir yabancı dil öğrenmemeyi tercih etmiş. Bu onun kendi yazma serüveni. Bunu anlayabiliyor ve saygı gösterebiliyorken aynı toleransı bir diğerinin yazdıklarını kendi dilinde yazmamasına şiddetle karşı çıkılabiliyor. Bu etiketlemenin sınırı yok.
Hep aynı senaryo: Biri kazanın içinden çıkmaya çalışırken, kazanın içindekilerin birlik olup onu içeri çekmesi. Çok üzücü...
Tekrar teşekkürler,
Gülda
Merhaba Gülda Hanım!
Öncelikle yorum yapma nezaketi gösterdiğiniz için çok teşekkürler.Ayrıca yazımı beğenmenize çok sevindim. Sonsuz teşekkürler...
Haklısınız dediklerinizde. Zaten ülkemiz "fikir özgürlüğü"nü savunmayanların yanında, "fikir özgürlüğü"nü savunup da uygulamaya geçince ters davranışlar gösteren şahsiyetlerle dolu.
Sırf fikir ayrımı yaşadığı için Elif Şafak'a hakaret eden o kadar çok ki. Yakınımda da var, uzağımda da. Her hareketi yanlış anlama, her olayda bir art niyet aramakta hepsi.
Ama neyse ki sizler gibi kişiler de var. Sayın(m)ız azımsanmayacak kadar az da değil üstelik. Her zaman bir umut vardır derler ya... Aynen öyle.
Teşekkürler.
Kubilay
Gerçekten akıcı ve güzel bir konuşma olmuş...20 dakikanın içine birçok fikir ve konu sığdırmayı çok güzel başarmış Elif Şafak.Ayrıca sende çok güzel dipnotlarla yorumlamışsın yazıyı ellerine sağlık... :)
Teşekkürler Zeynep. Asıl başarı Elif Şafak'ın tabii. Yoksa ülkemizde konuşan çok ama çoğu boş konuşuyor. Onların konuşmasını yorumlamak suya çivi çakmaya benziyor. Hakaret ve aşağılamadan beslenen bir konuşma ülkemize layık olamaz.
Edebiyatla kal...
Yorum Gönder