25 Şubat 2015 Çarşamba

The Imitation Game: Dikkatle İzliyor Muyuz?


“Normal olmadığının farkındayım, ama kim normali sevmiş ki?”

Belki de ilk olarak söyleyip kurtulmak gerek: Bu film bir Oscar aldı. The Imitation Game, Akademi tarafından “en iyi uyarlama senaryo” dalında ödüle layık görüldü. Konu Oscar olunca ön yargıyla yaklaşan ve Akademi’yi klişe seçimler yapmakla eleştirenleri düşününce, belki bu noktada bu “etiket”ten kurtulup filmin sahneleri arasında kaybolmak gerekir diye düşündüm. Hadi şimdilik gelin bırakalım filmin bu “yeni imajı”nı ve  İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların Enigma’sını çözen deha Alan Turing’in puslu dünyasına bir adım atalım:

“Sorun elbette ki havuçlarla başladı. Havuçlar turuncu, bezelyeler ise yeşildir. Temas etmemeleri gerekir.”

Turing’in çocukluğuna, okul yıllarına inen sekans serisi bu sahneyle başlıyor. Yemekhanede büyük bir dikkatle bezelyeleriyle havuçlarını takıntılı bir biçimde ayıran izole edilmiş bir çocuk var karşımızda. Ve böyle bir avın peşine düşmekte geç kalmayan okulun “zorba” tipleri. Çocukların birbirine yaptığı şiddetin dramatiklik dozu seyirciyi üzme görevini başarıyla yerine getiriyor. Bu noktada Turing’in ağzından film boyunca iki kere duyduğumuz ve filmin “highlight” repliklerinden birine şahit oluyoruz:

“İnsanlar neden şiddeti sever biliyor musunuz? İyi hissettirdiği için tabii ki. İnsanlar şiddeti son derece tatmin edici bulurlar. Ancak tatmin yok olunca eylemin içi de boşalır.”

Belki de bu nokta da filmin en önemli karakteri karşımıza çıkıyor: Christopher. Turing’in en yakın arkadaşı ve gelecekte yapacaklarının zihinsel temellerini atan saf çocukluk aşkı.  Christopher’la aralarında geçen konuşmalar senaryonun özellikle üstünde durduğu bir nokta. Temelde tüm bu geriye dönüşler aynı amaca hizmet ediyor: Turing’i Turing yapan onu dört bir tarafı nefretle kuşatılmış yalnızlık hissinden kurtaran ve saf sevgi, destek ve merhametini veren Christopher.

“-Beni dövmelerinin tek sebebi onlardan daha akıllı olmam.
-Hayır, seni dövmelerinin sebebi farklı olman.
-Annem yalnızca tuhaf ördeğin teki olduğumu söylüyor ve kesinlikle haklı
 -Fakat biliyorsun Alan, bazen kimsenin hayal edemediği şeyleri hayal edip yapan insanlar vardır.”

Bu noktada üzerinde dönüp duracağımız düşünce patikamızın varmak istediği yere bakışlarımızı çevirmek en doğrusu olacak. Dışarıdan sorunlu ve zavallı olarak yaftalanan yapayalnız bir dahi ve “Christopher” imgesi The Imitation Game’in film boyunca farklı açılardan ele almaya çalıştığı eşcinsel bir aşk. Kendi hissiyatım, filmin bu konuda vermek istediği genel hissiyatın şu olduğu: “Lütfen ön yargılarından sıyrıl ve anlamaya çalış.” Filmin büyük dramı bu noktadan başlayıp “tarihi bir gerçeklikle” sonlanıyor. Eşcinselliğin “ahlaka aykırı davranış” olarak yasalarca cezalandırıldığı bir modern(!) İngiltere ve hapse girmektense hormonal tedaviyle kimyasal hadımı seçen, sonrasında yaşadığı yıkıcı sürece dayanamayıp intihar eden Turing üzerinden belki de şimdilerde kendini hoşgörü timsali ilan eden batı dünyasını kendisiyle yüzleştiriyor. Bu noktada kelimeleri kullanmakta zorlanıyorum, bu bıçak sırtına döndürülmüş hassas meseleyi makro düzlemde ve üstünkörü konuşmak “ahkâm kestiğimi” hissettiriyor.  Durup düşünmemiz gereken şu, eşcinsellerin hayatları üzerinde tahakküm alanını genişletmek isteyen bir toplum ve genel geçer dünya görüşü elbette ki bir adım uzaktan tek belirleyici değişken olarak gözükmekte olsa da bu bireysel bir mesele. Tek tek her bireyin dramını ele almadan, anlamaya çalışmadan sosyolojik kuramsal çözümlemeler yapmak; 41 yaşında kaybedilen bir dehaya vereceği nişanla kendini aklamaya çalışan İngiliz kraliyetinin yaptığından pek de farklı gözükmüyor. 

Özetle The Imitation Game, toplumların “öteki” olarak gördüğü bir kesimin ön plana çıkmış bir mensubunun dramını ele alarak bu konu hakkında kendince bir şey söylemek isteyen bir film. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, ele alış biçimini üstün körü bulursunuz, her şey mümkün. Yalnız unutulmaması gereken bir şey var: Hikâyelerdir bizi birbirimize yakınlaştıran, ön yargılarımızdan sıyıran. Kendi aczimizi idrak ettirip sonsuz evrendeki hoşgörüsüz bakış açımızın ne kadar sığ olduğunu gösteren. Dünyayı daha güzel bir yere getirmek birbirimizi anlamaktan geçiyor elbette ve bu seyrüseferimizde bize eşlik eden her sanat eseri de desteği hak ediyor. Bu noktada söylemek istediklerimi Turing’in dostlarından Joan’ın sözüyle bitirmek en güzeli belki de:

“Normal hiç kimse bunu yapamazdı. Biliyor musun, bu sabah, sen olmasaydın şu anda var olmayacak şehrin birinden geçen bir trendeydim. Sen olmasaydın muhtemelen ölmüş olacak bir adamdan bilet aldım. Tüm konularda bilimsel araştırma yapabiliyorsam, yalnızca senin sayende. Şimdi normal olmayı istiyorsan, emin ol ki ben istemezdim. Öyle olmadığın için dünya son derece iyi bir yer.”

Filmin fikri altyapısını oluşturan bir diğer olgu ise bilim insanlarına karşı devletin ön yargısı ve bilime destek olmak yerine altında çapanoğlu arayan devlet büyükleri(!) . Turing’in büyük emeklerle yaptığı makinesini korumaya çalıştığı sahneler filmin en dramatik anlarından birisi. Evet, bu noktada diyeceğimiz şu: Bu bir dram. Her yandan kösteğe uğramış Alan’ın yüzünün güldüğü anlara nadiren rastlıyoruz. Tampon görevi ise Keira Knightley’in canlandırdığı Joan Clarke karakteri oluyor. Filmimizin erkek egemen dünyasında kendisine yer edinmeye çalışan zeki ve etkileyici Joan, Alan’ı bir anlamda ehlileştiriyor ve hayatın güzel yüzünü görmesini sağlamaya çalışıyor. Huysuzluktan vazgeçip etrafındaki insanlara “intikam alır gibi” davranmaması gerektiğini öğretiyor. Tam bu anda oyuncuklardan bahis açmak gerekiyor. Keira Knightley kendisine verilen rol kalıbı içerisinde hareket ediyor ve filmin kısıtlı sayılabilecek sürede çok şeyi anlatmaya çalışmasından nasibini alıyor. Bu yüzden ön plana çıkacak bir oyunculuktan ziyade güzel bir eşlikçi kıvamında kalıyor. 

Alan Turing’i canlandıran Benedict Cumberbatch filmin ona sunduğu her avantajı kullanıp, boşlukları dolduran bir oyunculuğa imza atıyor. Karakterine gerçek anlamda hayat veren Cumberbatch konuşması, mimikleri ile imzasını atıyor. Son sekanslarda yer alan Knightley’le karşılıklı oynadığı sahne ise kişisel sinema tarihimde hafızamdan asla kazınamayacak sahnelerden.
Filmin insani duygulara hitap eden yanı elbette beni daha çok çeken kısmı ama filmi “koşturan” macera ve gizem unsurlarını da unutmamak gerek. Filmimize başka bir taraftan bakarsak bu bir şifre çözme macerası, kriptografi sanatının ve günümüz bilgisayarlarının temelinin atıldığı bir bilimsel yolculuktan can alıcı kesitler. Film üç zamanda gelip giderken şifrenin nasıl çözüleceğini de size merak ettiriyor. Bilimin getirdiği çözümlerin insanın içinde uyandırdığı o yadsınamaz mutluluğu size hissettirmeye başaran sahneler de mevcut. 

Son tahlilde filmin eleştirebileceğim tek noktası kısa sürede çok şey anlatmaya çalışması. Kurgusal bağlam bir yana değinmek istediği sosyolojik ve toplumsal problemler, arka planda yalnızca bir süs gibi kalan savaş gerçeği… Elbette film Turing’i odağına alıyor ama bazı noktalarda da “Madem göstermeyecektin neden hatırlattın?” dedirten noktalara değiniyor. Kendi adıma konuşacak olursam The Imitation Game’in tadı damağımda kaldı.

Film Akademi’nin zaaflarından yararlanıp mı bu ödülü aldı diye düşünmek sizin kararınızda ama ilk başta dediğimi en sonda da söylemek gerek. Bırakın ödülü bir kenara ve yalnızca hikayeye odaklanın. Bu dünyada olma sebebimiz de hikayeler toplamak değil mi zaten?

“-Ne okuyorsun sen?
-Kriptografi hakkında bir şey.
-Gizli mesajlar gibi mi?
-Gizli değil, harika olan kısmı da bu. Herkesin görebileceği mesajlar ama anahtarı yoksa kimse ne anlama geldiğini bilemez.
-Konuşmaktan ne kadar farklı?
-Konuşmak mı?
-İnsanlar birbirleriyle konuşurken ne demek istediklerini asla söylemezler. Başka bir şey söylerler ve senden yalnızca ne demek istediklerini anlaman beklenir.”

Kubilay

Filmin IMDB sayfası: http://www.imdb.com/title/tt2084970/
Filmin Wikipedia sayfası:  http://en.wikipedia.org/wiki/The_Imitation_Game
Filmin Rotten Tomatoes sayfası: http://www.rottentomatoes.com/m/the_imitation_game/



Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...