12 Temmuz 2010 Pazartesi

Tatile Merhaba, Bloga Kısa Bir Ara!


"Tatile merhaba mı, tatil başlayalı yıl oldu?" tarzında sorular duyar gibiyim. Hayır haşmetmeabım benimki yeni başlıyor. Şu ana kadar dolu dolu vakit geçirsem de Adana'nın fokur fokur kaynatan, şıpır şıpır ter döktüren, klimacıları zengin eden sıcağıyla aramız pek iyi sayılmaz ...

Yine de memleketimiz şikayet etsek de severiz keratayı. Ama bir deşarj olmak lazım efendim, bir rahatlamak. Anneannemin Mersin - Silifke'deki evine keyif yapmaya gidiyoruz inşallah. Çarşamba yolcuyuz Alllah'ın izniyle. Son bir gün... Manisa'dan teyzemler de geliyormuş bu yaz. Bu tatil çok hareketli olacak kanaatimce.

Ne kadar sevinsem de blogumdan kısa bir süre ayrılacağım için üzgünüm. Arada bir yeni yazılar hazırken bilgisayar bulursam yayına devam etmeye çalışacağım ama her şey olabilir :) Bu nedenler ufak bir "görüşmek üzere" yazısı yazmak istedim...

Bu arada iki - üç gündür bir rehavet çöktü bana, kitap kapağı açamadım. Böyle zamanlarda hep pişman ve sorumsuz hissederim. Kitabı her görüşümde içimde "cız" eder... Ama yarın son hız devam. Yoksa bir parçam eksikmiş gibi hissediyorum.

Burayı çok özleyeceğim gerçekten. Kısa sürede kaynaştım "blogger" dostlarımla. Başta Lale'nin Bahçesi olmak üzere yazdıklarıma değer verip okudukları için herkese teşekkür ederim. Güveninizi boşa çıkarmayacağım, bir mola vereyim, bir soluklanayım son hız devam efendim...

Sıra kitaplarda efendim... İlk aşamada okumayı planladığım kitaplar şöyle:

  • Kirâze - Solmaz Kâmuran (Okunuyor)
  • Mahrem - Elif Şafak
  • Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç / Melek Sanmıştım Şeytanı - Hüseyin Rahmi Gürpınar
  • Vurun Kahpeye - Halide Edip Adıvar

Bunları bir bitirelim, gerisi Allah kerim :)

Gazete de okuyacağım bol bol, arada bir de ders çalışmak gerekir, müziksiz olmaz zaten , bol bol da fotoğraf dönünce yayınlarım inşallah ...

Şimdi kısa bir ara, sakın bir yere ayrılmayın, devam edeceğiz.

Kendinize iyi bakın, dönüşüm muhteşem olacak :D

Edebiyatla kalın. İyi tatiller.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Yaşadıklarım ve Düşlediklerim - GÜLTEN DAYIOĞLU

"Onunla birlikte gezmenin, onunla birlikte düşünmenin, yazdıklarının arka bahçesinde gezinmenin zevkini yaşayacaksınız."
-Doğan Hızlan

Bazı yazarlar vardır. Bazı "özel" yazarlar... İnsanın hayatını derinden etkileyenler. Gülten Dayıoğlu benim özel yazarlar listemde başı çekiyor.

"Kumluktaki Yavru Martı"yla başlayan Gülten Dayıoğlu serüvenim bana çok şey kattı gerçekten. Kalemimi güçlendiren, mürekkebimi rindane bir edayla satırlarda raks ettiren kitapların çoğunluğu Gülten Dayıoğlu'nun kaleminden. Hayal gücümün hudutlarını genişleten, sevgi titreşimleri yayan kitaplarda hepsi, hala da öyleler.

"Yaşadıklarım ve Düşlediklerim" tam da sloganıyla örtüşen bir kitap: "Yetmiş iki kitap, bir hayat." Kitapta yetmiş iki kitabın yazılış öyküleri, kapak resimleriyle birlikte bölümler halinde veriliyor. Her kitabın, farklı bir doğuş öyküsü var. Hepsinin benzer yanı ise Gülten Dayıoğlu'nun duyarlı kişiliği ve engin hayal gücünün dokunuşları. Bu kitap ne kuru bir biyografi n de kitapların kısa özetleri olarak anlaşılmasın. Gülten Dayıoğlu ve onun kıymetli evlatları kitaplarının doğuş hikayesi Yaşadıklarım ve Düşlediklerim.

Gülten Dayıoğlu okurlarının tümü bu güzelim eserlerin nasıl ortaya çıktığını merak eder. Bu kitap o ihtiyacı da fazlasıyla ve hakkıyla karşılıyor. Gülten Dayıoğlu kitaplarıyla yek vücut olduğunu da fısıldıyor.

"Eserlerimle ben bir bütünüz. Başka bir deyişle, eserlerimin yazılış öyküleri, yaşadıklarımla düşledikleriminin bileşiminden oluşuyor."

"Bir yazar nasıl yaşar?" , "Yazar nasıl olunur?" tarzında sorularınıza da akıllı bir öğrenci gibi cevap verecek türden Yaşadıklarım ve Düşlediklerim. Türkiye'de yayın dünyasının abecesini, öyle kolay kolay yazar olunamayacağını anlatıyor Gülten Dayıoğlu biz okurlarına. Yaşadığı zorlukları da anlatıyor ama en önemlisi de hiç duygu sömürüsü yapmadan:

"Aman diyeyim, duygu sömürüsü olarak algılanmasın. Yaşamımın hiçbir döneminde duygu sömürüsü yaparak başkalarına yükleme yoluna gitmedim. Sanırım, kişisel onurumu koruma içgüdüsü ve kendime olan güvenim beni böyle davranmaya yöneltiyordu."

Bu bilgilerin ışığında diyebiliriz ki Çocuk Edebiyatı'nın Cesur Yürek'i Gülten Dayıoğlu. Yalnızca bu mu? Fedakar bir anne, aşk dolu bir eş, kitaplarına da yavrularına olduğu gibi şefkatle yaklaşan yazar, idealist bir öğretmen aynı zamanda. Ve en önemlisi de okurlarını önemseyen nadide yazarlardan. Kaprisli değil bazıları gibi. İmza günlerini, kitap fuarı ziyaretlerini bile okurlarına hizemt için aşkla şevkle yapan eşi bulunmaz bir insan. Bu gibi "gerçek" iltifatlar karşısında bile böbürlenmeyen alçakgönüllü bir insan.

Özverinin ve fedakarlığın kitabı Yaşadıklarım ve Düşlediklerim. Sevgi dolu bir anne ve başarılı bir yazar kimliği arasında bir insanın hikayesi. Her kitabını ayrı özenen, okuyucaya saygıyla ve en önemlisi de sevgiyle yaklaşan birinin öyküsü. Gülten Dayıoğlu ve o eşsiz kitaplarının öyküsü kısaca.

Önemli bir yapıt Yaşadıklarım ve Düşlediklerim. Benzeri yok edebiyatımızda. Böyle nadide bir fikir nadide bir yazardan çıkar ancak.

Başarılı yazar olmanın kilit noktalarından biri de iyi bir okuyucu olmaktır ama sadece kitapları değil. İyi bir yazar evreni de bir kitap gibi okur. Gülten Dayıoğlu'da bunu şöyle belirtiyor:

"Okuyorum: Elbette düzenli kitap okuyorum. Ancak bununla yetinmiyorum. Başka okumalarım da var. Örneğin; çevreyi, doğayı, dünyayı, insanları, hatta evreni sürekli kitap gibi okuyorum. U çok yönlü okuma eylemine öylesine koşullanmışım ki !... Sanırım, varlığım tüm varlıkları algılama dürtüsüyle donanmış. Hücrelerim sanki sayısız duyargalardan oluşma."

Kitabın üslubu kanaatimce kusursuz. Gülten Dayıoğlu'yla sanki kırk yıllık ahbabınız ya da arkadaşınızla sohbet eder gibi kitap boyu. İçtenlikle, samimi ve sevgi dolu bir anlatım... Bir de Gülten Dayıoğlu okuruysanız her sayfada ona karşı sevginiz katbekat artacaktır eminim.

Gülten Dayıoğlu'nun bu kitabı tüm okurları için vazgeçilmez bir kitap. Daha önce hiç Gülten Dayıoğlu okumamış kişiler içinse Gülten Dayıoğlu'yla tanışmak için büyük fırsat. Kitabı bitirdikten sonra tadı damağınızda kalacak ve tüm Gülten Dayıoğlu külliyatını elden geçirmek isteyeceksiniz. Onun gezilerini okurken her şeyin bir kitap konusu olabileceğini öğreneceksiniz.

Kısacası Yaşadıklarım ve Düşlediklerim yalnız yetmiş iki kitabın öyküsü değil, Gülten Dayıoğlu'nun aşkla kurulmuş ailesinin ve sevgiyle yoğrulmuş hayatının hikayesi.

Kitabın kapak tasarımı da gerçekten Gülten Dayıoğlu'nu yansıtıyor. Çok başarılı bir illüstrasyon. Genelde internette satış bandıyla beraber fotoğrafları var o nedenle sizler için naçizane fotoğrafını çekip kouyorum yanına.

Puan: 5 üzerinde 10 :)

Edebiyatla kalın.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Çay ve Kitap...



Çay... Yurdum insanın vazgeçilmez içeceği. Kahvaltı sofralarının olmazsa olmazı. Ustasının elinde demlenince vezir, aceminin elinde demlenince rezil olan latif lezzet.


Önemli kararlar çay içerken alınır, en alengirli dedikodular çay içerken yapılır, her gün binlerce insan yeni bir güne çay içerek uyanır. "Paşa"sı da vardır, en kallavisinden demlisi de. Misafirlere en güzel ikram, saygı, sevgi ve nezaketin göstergesi.


Kim ne derse desin kanaatimce çay kitap okurken içilir en güzel. O kekremsi lezzet, o buruk tad ağzını ele geçirirken ruhunuzu da kelimeler, cümleler ele geçirir. Bir anlığa başka bir dünyaya dalarsınız çay yudumlarken. Hiç bitsin istemezsiniz o lezzet... Ağzınızdaki buruk tad bardaktaki kardeşlerinden ayrılan çayın canhıraş imdadı, boynu bükük hüznüdür. Belki de o nedendir her yudum çay sonrası yeniden içme isteği. Çayın bittiği andır en zalimi de. Artık yuvalarından koparılmışlardır. O burukluk kolay kolay geçmez. Hallerine üzülsem de biraz açgözlüdür ve egoisttir çay. Yeni bir bardka içine kadar yırtar kendini adeta. Tüm egoistler gibi fazlasını da ister. O nedenledir ki her içilen bardakla beraber çay zevki katmerlenir.


Kokusu da kendine özgüdür. Çay kokusuz ev mi olur yurdumda ? Her yerde bir çay pişer. Nasipleneceğiniz yer eviniz de olabilir, bir kahvede. Veya bir "café", çay bahçesi ... Bir cenaze evi de olabilir, bir düğün de, bir sünnet merasimi de. Tüm geleneklerimizin konuğudur çay.Limonata gibi fazla şen şakrak, serkeş ve zevke düşkün değildir. Yerindedir sevinci de hüznü de. Her daim yanı başımızda olur böylece.


Yanında atıştırmalık bir şeylere uygundur çay. Dostluğa kardeşliğe yatkın. Ama en sevdiği dostu simittir. Susamlarla ağzın içinde yaptıkları raksla hayranlık uyandırırlar.


Her vakit ter-ü tazedir çay. Sabah da içilir, ikindide de... Akşam yemekten sonra da. Kışın da yazın da. Bugün de yarın da. Geçmişte de gelecekte de.


Çayın kokusuyla kitap sayfalarının kokusu birleşerek o bayıltıcı, o enfes kokudur en hoş koku. Çayın dumanıyla kelimelerin ışıltısının kardeşliğidir en güzel görüntü. Çayın fokurdama sesiyle kitabın sayfasının çevrilmesinin dostluğudur en güzel ses. Çayın dudağa kitap sayfalarının parmağa dokunuşudur en güzel his.


"Çay" bu toprakların en nadide konuklarındandır. Keyiftir çay içmek. Hele de kitap okurken...


Çayınızı yudumlayarak keyifle kitap okuyacağınız günler dileğiyle.


Edebiyatla kalın.


Kubilay

2 Temmuz 2010 Cuma

Baba ve Piç - ELİF ŞAFAK


"Elif Şafak'ın Baba ve Piç adlı kitabını okudunuz mu? Okuyun. Üzerine çok yazıldığı için çok kısadan söyleyeceğim: Farklı katmanları, farklı okumaları, farklı çağrışımlar keşfetmek için okuyun. Türkçenin sonsuz zenginliğini, Elif Şafak'ın dil oyunlarını, dille oynamasını, dili uçurmasını, cinsiyetçiliğe meydan okuyan dil "hınzırlıkları"nı keşfedip, tadını çıkarmak için okuyun. Unutmak, anımsamak, anılar, suskunluklar, sırlar, gerçekler, isyanlar ve boyun eğmeler, kaçışlar ve arayışlar üzerine, bizi bize anlatan enfes bir roman olduğu için okuyun."

-Zeynep Orak, Cumhuriyet


Merak peşimi bırrakmıyor şu sıralar. "Bir daha hiçbir kitapla ilgili yorumlar okunmayacak" diyorum ama nafile... En iyisi şu sarı kağıtlardan bilgisayarın üzerine yapıştırmayalım.


Ne mi oldu diyorsunuz, haşmetmeabım? Kitap hakkında yorumları okurken az kalsın kitabın sonu avam tabirle "zart" diye çıkıverdi önüme, aman demeye kalmadan gözlerim bakkaldan şeker aşıran çocuklar gibi birkaç kelimeyi arakladı. Neyse ki sadece ipuçlarını yakalamıştılar, sonunu görememeştim Allah'a şükürler olsun. Kitapların sonu ortalıkta dolanmamalı bence, kitabın sonundaki meçhuliyet kitabı kitap yapan unsurlardan biri kanaatimce. İnternet denilen "bilgi süpürgesi" olduktan varken mümkünatı yok bunun... O zaman yapacağınız tek şey benim gibi tuzağa düşmemek için kitap yorumlarına bakmayın kitabı bitirene kadar...


Okuduğum yorumlardan hemen hemen hepsi siyasi açıdan yapılmış yorumlar. Hele Elif Şafak'a yapılan linç istemi kanımı dondurdu. İnsanların bir fikir eserine böyle muamele yapması. Oysa bir kitap edebi açıdan tartışılmalı, Elif Şafak'ın isteği de bu yönde zaten.


Kitap Zeliha karakteriyle başlıyor. Zeliha kitabın en güçlü ve bir o kadar da zayıf karakteri. Tüm duyguları da bu zıtlıktan mürekkep. Zeliha'nın kürtaja gitmesi ama çoçuğu aldıramasıyla kitabımızın "piç"inin macerası da başlıyor.


Kitapta erkek karakter az, olanlarda pek güçlü karakterler değil. Birçok yabancı yazarın da dediği gibi bir kadın romanı Baba ve Piç.


Kitabımız karakterleri iki ana aileden geliyor. Türk Kazancı ve Ermeni Çakmakçiyan ailesi. Kazancılardan başlıyarak karakterlere bir göz atalım.


Kazancı ailesi "erkek"leri lanetli bir aile. Tek bir erkek var o da Amerika'da. İstanbul'da köşkte yaşayan Kazancı'ların üyeleri asi, dişil, çılgın Zeliha; psikolojik problemleri olan, Zeliha'nın deyimiyle "kaçık", biz de Yaprak Dökümü'nün Leyla'sına tekabül eden Feride; yaşadığı onca olayın hıncını ailesinde ve öğrencilerinden çıkaran Cevriye; ve benim en sevdiğim karakter Banu - Elif Şafak kitaplarının kadrolu mistik hanımlarından. ( Pinhan - Kevser Nine, Şehrin Aynaları - Yaşlı...) -, pek tanıyamadığımız Gülsüm Nine, iki ailenin kaderinin kesişim noktasında yer alan Cicianne, köşkün en genci, kitabın "piç"i, hem annesi gibi olan hem de olmayan Asya.


Çakmakçiyan ailesinin sakinleri kitabın en ilginç karakterlerinden ve Cicianne gibi iki ailenin kaderini kesiştiren noktada Şuşan Nine;güleç ve tombul Yervant Dayı; Kazancı ailesinin teyzelerinin burdaki karşılığı Surpun, Zaruhi ve Varsenig Hala; Armanuş'un babası Barsam. Hepsi Ermeni Diyasporası'ndan. San Fransisco'da yaşıyorlar.


O sırada Arizona'da yaşayan Barsam'dan ayrılmış Rose ve Kazancı ailesinin problemli çocuğu Mustafa; Rose ve Barman'ın kızı , köklerini arayan Armanuş (Amy), Zeliha Teyze'nin sevgilisi Türk- Ermeni Aram diğer karakterler.


Kitabın olay örgüsü, birbiriyle iç içe , adeta bir iğne oyası gibi işlenmiş. Rose'un ilginç hayatı, Mustafa'yla evlilikleri, Asya'nın geçmişi unutma isteği ve gelgitleri, Kafe Kundera maceraları, Çakmakçiyanların geçmişe bağlılığı , Kazancıların geçmişi unutma istekleri, Banu Teyze'nin 40 günlük çilesi, falcılığa başlaması, Şekerşerbet Hanım ve Ağulu Bey adlı iki cini, Armanuş'un köklerini armak için Türkiye'ye gelişi, siyasi tartışmların geçtiği "Anuş Ağacı" adlı online sohbet odası, geçmişe dönüşler, 1915 olayları, iki ailenin geçmişi, nar broşun sırrı, kitabın gizemli ve bir o kadar da şaşırtıcı sonu karşılaşacağınız bazı olaylardan kesitler.


Aynı zamanda "çok lezzetli" bir kitap hakikaten :) Her bölümün başlığı bir yiyecek ismi. İlk başlarda anlayamasamda, sonlara doğru aşureyi oluşturan malzemeler olduğunu anladım. Aşure; kardeşliği, birliği, geleceğe umutla bakmayı simgeliyor, kitabımızın mesajı da bu zaten. Son malzeme ise gayet ilginç : Potasyum siyanid. Merak ediyorsanız Baba ve Piç sizi bekliyor... Diğer bir ayrıntı ise çoğu bölümün sofralarda geçmesi. Bu lezzetli romanda Osmanlı Mutfağı'ndan, Amerikan fast-food'larına ve füzyon mutfağına kadar her şeyi bulabilirsiniz. Elif Şafak'ın kahvaltı betimlemeleriyse "iştah açıcı". Diyetteyseniz kitabı okumanızı tavsiye etmem :) Kitaptan sonra canım bol tarçınlı bir sütlaç çekti ve hala çekiyor :)


Kitabın bir diğer önemli mesajı hiçbir olayın tesadüf olmadığı ve geçmişin geleceği yönlendirmesi üzerine. Doğru tespit yalnız Çakmakçiyanlar gibi geçmişe saplı kalmak, Asya gibi geçmişe sünger çekip yalnız geleceğe bakmak da yanlış. Ortasında bir yerlerde bulunmak en doğrusu bence. Ne demişler efendim : "Azı karar, çoğu zarar..."


Geçmiş tasvirleri de çok başarılı. Elif Şafak betimlemelerine İstanbul betimlemesini de ekliyerek bu konuda ustalığını kanıtlıyor.


"İstanbul'a ilişkin tasvirler birçok kişiyi şehre çekecek türden."

-Patricia Corrigan, St. Louis Post - Dispatch


İstanbullu Kadınların El Kitabından Feraset Kuralları, Asya'nın Şahsi Nihilizm Manifestosu, cinsiyetçiliği meydan okuyan hınzır bölümleri kitabımızı zenginleştiren diğer ufak detaylar...


Kitabın eski kapağı içeriğini yansıtıyordu ama benim de elimde olan yeni kapak da gayet başarılı bir illüstrasyon, insanı içine çeken bir gizemi var.


Her zamanki gibi muhteşem yazar Elif Şafak'a ve Doğan Kitap'a teşekkürlerimi sunarım.


Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Hem edebi hem içerik açısından doyurucu ve lezzetli.


"Zengin ve doyurucu... Tarihin üzerimizdeki etkisini, geçmişin bugünü nasıl kontrol edebileceğiniz gösteren capcanlı bir anlatı. Şafak'ın anlatısı detaylar ve zekici tasvirler açısınıdan çok zengin."

-Moira McDonald, The Seattle Times


Puan : 5 üzerinden 5.


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...