27 Şubat 2011 Pazar

Doğum Günümde Ruh Kıpırtılarım...


Size de olur mu? Her doğum gününde içinizde kıpırdayan bir ruh... Nereden geldiğini kestirmediğiniz, tuhaf ve mayhoş bir his. Kalbinizin beyninizin yönetimini ele geçirdiği serkeş dakikalar, saatler... Yeniliğin karşı konulmaz cazibesinden bir tutam, olgunlaşmanın şekerinden bir çay kaşığı, çocukluğa biraz daha uzaklaşmanın verdiği acımsı tat, yüzününüzü gün boyu gülümseten karamelli bir lezzet. Mutluluk sarhoşluğu değil bu, o farklı. Ne diyebilirim ? Galiba en doğrusu bu olacak "doğum günümde ruh kıpırtılarım"...

Bugün doğum günüm. Sabah güneş bir farklı girdi sanki odama, etraf daha bir aydınlıktı sanki. Vücudum daha bir enerjik, ruhum kıpır kıpır.Bugün doğum günüm. Her doğum günümde olduğu gibi küçük bir kutlama yapıyoruz ailecek, akşam saatlerinde. Bugün doğum günüm, en sevdiğim pasta alınmış. Frambuazlı! Hafif ekşimsi tadı ruh halimi yansıtıyor olmalı k, doğum günümü bir yiyecekle özdeşleştir deseler frambuazlı pasta derim hemencecik. Bugün doğum günüm. Telefonumda birkaç mesaj var, mutlu oluveriyorum hemencecik. Alıngan ruhum hatırlamayanlara kızıyor, affedici ruhum "Dur bekle, daha zaman var..." diyor. Akrabalar arıyor, bu sene yeni bir cümle sıkıştırıyorum konuşmaların arasına : "Çok mutlu oldum." . Sesi değişiveriyor arayanın, insanlar başkalarını mutlu ettiğini duymayı özlemiş anlaşılan. Güzel kelimelerin ruhlarda sihirli kapılar açtığını öğreniyorum bu doğum günümde. Bugün doğum günüm. Öyle onlarca hediye yok belki ama ben tek bir tane bile olsa mutlu oluyorum. Ruhumun kıpırtıları içeride parti veriyor adeta. Kardeşim hediyesinin yanında bana kendi yaptığı bir kartı veriyor. Pembe kartondan, kenarları tırtıklı makasla kesilmiş, simlerle, yıldızlarla süslenmiş, minicik bir kart. "Canım abim, her yaşının başka bir mutlulukla geçmesi dileğiyle..." Ruh kıpırtıları bayram etmiş durumda. Minicik ayrıntıların insanı nasıl da mutlu ettiğini öğreniyorum, unutmamak üzere not ediyorum belleğime. Kartta mutluluğu görüyorum, sevgiyi, muhabbeti. Gülümsüyorum... Bir başka sarılıyorum sevdiklerime, her zamanki alışkanlıkları bırakıyorum gün boyu, ciddiyetmetreyi sıfırlıyorum. Bugün doğum günüm. Hediyelerim kitaplar :) Zıp zıp zıplıyorum paketleri açarken, her kitabı kokluyorum açar açmaz. Doğum günü kıpırtılarından bazısını alıp, sayfa aralarına tıkıştırıyorum.
                                     
Bugün doğum günüm. Yeni yaşımla kucaklaşıyorum. Eskisi hala yanı başımda. Ben böyleyim zaten, eski yaşlarımı atmaya kıyamıyorum. Kalbimde minicik bir evde, mutlu mesut yaşıyor hepsi. Ziyaret ediyorum sık sık, sarılıyoruz birbirimize, anılarımızla gülümsüyoruz...

Pastayı üflerken ne dileyeceğimi şaşırıyorum. Hep o anı beklediğim halde, hazırlıksız yakalanıyorum. Karışıyor kelimeler, dilekler. Ne diledim ben bile anımsayamıyorum. Mutlu olmayı diliyorum üfledikten sonra, dileğim dumanların arasından göz kırpıyor.

Geçmiş yaşımın bana ne kadar uğur getirdiğini düşünüyorum. Yazmaya başladığım yaş olarak "hiç unutmayacaklarım"  listeme kaydediyorum. Yazmaya karar vermem, Kontrast'ın ilk günleri, yepyeni kitaplar, terütaze fikirlerim. Yeni yaşımında "yaratıcılık ve hayalgücü"yle dolu olmasını diliyorum içimden.

Sevdiklerimle birlikte olduğum için şükrediyorum yüzlerce kez. Onlara onlarca gülücük armağan ediyorum.

Bugün doğum günüm. Ağzımda frambuaz tadı, içimde ruhumun kıpırtılarıyla kocaman kocaman gülümsüyorum. Ben doğum günlerini seviyorum. Bana her yıl bu harika ruh halini yaşattıkları için ...


Kubilay

17 Şubat 2011 Perşembe

Firarperest - ELİF ŞAFAK

Duyar duymaz alıyorum. Büyük zevkle okuyorum. Her yazıyı içime çeke çeke, sindire sindire. Bazısı tanıdık yazılar, kırk yıllık ahbap gibi sarılıyoruz birbirimize... Bazısıyla yeni tanışıyoruz, hemencecik kaynaşıveriyoruz. Firarperest'ten bahsediyorum. Elif Şafak'ın son kitabı sizi bir yolculuğa çıkıyor. Uzaklara değil, içinize, yüreğinize...

Elif Şafak'ın denemelerinden oluşan Firarperest, ruhunuzun tavsamış, pas tutmuş, köhnemiş köşelerine bahar temizliği yaptırıyor. Med - Cezir'den sonra Elif Şafak'ın ikinci kez denemelerini derlediği kitap gündelik hayattan siyasete, yolculuklardan geçmişin tozlu sayfalarına, kadınlıktan erkekliğe, annelikten babalığa geniş yelpazede yazılar içeriyor. Kimi yazılar deli fişek, gözü pek; kimileri sakin, masumane yazılar. Tüm yazılar bir yerde birleşiyor ama. Hepsi yüreğinize nazenin yollar açan, zatınıza hoşça bakmanızı sağlayan yazılar.

"Anarşist Aşklar"la açılış yapan kitap, günümüz aşklarına, evliliklerine değiniyor. "Huzursuz Ruh" ve "Dünyayı Görmeli!" yazıları Elif Şafak'ın göçebe ruhunu en samimi şekilde anlatan denemeler. Övünmeden, kibirlenmeden kaleme alınmış. Kitabın favorilerinden olan "Mor Harflerle Yazılmış Bir Yazı" sıcacık bir hikaye anlatıyor. Ben okudum, anneme okuttum, kardeşime okudum, arkadaşlarıma söyledim. Yazının düsturunu oluşturan sözler yüreğime masal diyarlarındaki pofuduk bir bulut gibi usulca yerleşiverdi: "EDEP YA HU EDEP. BUGÜN BİR İYİLİK YAP!"

"Miskinliğe Övgü" toplumun kutuplaşmasından sıkılmış şehir bezginlerine -ben gibi- adanan bir yazı. "Yalnızlık Efendi" yazısı bana "Med-Cezir"deki "Evham Hanım"ı hatırlatan bir yazı. Elif Şafak bu yazısında içine yaptığı yolculukta karşılaştığı duyguları ete kemiğe büründürüyor, elegant bir şekilde giydirip, karşımıza çıkarıyor.

"Büyük Aşk, Büyük Nefret" okuduğum an içinde bulunduğum sarsıntılı ruh halinin de devreye girmesiyle beni derinden etkileyen bir yazı. Hele içinde bir derviş hikayesi var ki, dillere akide şekeri.

"Yazın Doğup Hep Sonbaharda Yaşayanlar", "Yazarları Sevmeyen Yazılar", "Gerilim Hikayelerinin Sakin Ustaları", "Kadınları Sevmeyen Kadınlar" gibi yazılarda ise Elif Şafak araştırmacı kişiliğini ön plana çıkartıp yazarlardan bahsediyor, bilmediğimiz yönlerinden. Bende bu furyadan nasibimi alıyorum ve okumayı istediğim yeni kitaplar ( Handan - Halide Edip Adıvar , Sufi'nin Yolu - İdris Şah ) tanışmayı istediğim yeni yazarlarla ( Doris Lessing, Margaret Atwood ) dolduruyorum edebiyat bavulumu.

"Gül Bahçesi Evlilik", "Bir Genç Kızın İntiharı", "Cinnet", "40 Metrekare Dünya", "Gelseydi Keşke", "Adı Gülistan" günlük hayattan yazılar. Tam anlamıyla bizden. Gündelik hayatın makro maneviyata sahip minik ayrıntılarından söz açıyor. "Gelseydi Keşke" ise beni çok etkileyen yazılardan. Biri Alevi, diğeri Sünni iki gencin aşkını ve yaşadıklarını anlatan hikaye toplumun köhnemiş önyargılarının nasıl da yürek hırpalayıcı olduğunu gösteriyor.

"Babalar, Oğullar ve Torunlar", "Kendi Eserini Yok Eden Adam", "Tesadüfler ki Tesadüf Değildir", "Erkekler Kadınlardan Daha Mı Komik", "Yalnız Benim İçin Yaz" ve "Edebiyat Sınıfta Kaldı"  da mutlaka okumanızı tavsiye ettiğim yazılardan.

Elif Şafak'ın kalemi Firarperest mürekkebini kadınlıktan, tasavvuftan, yazarlıktan, hoşgörüden, sanattan, edepten, sentezlerden dolduruyor. "Tadından yenmez" üslubuyla Elif Şafak kaleminin gücünü konuşturuyor, insanı kelimelerle büyülüyor.

Beni en çok etkileyen cümleleri de paylaşıyorum sizlerle:
  • Kaç hayat yaşayınca yorulur insan? Kaç seneden sonra yaşlı, kaç hezimetten sonra bezgin, kaç sevdadan sonra kalpsiz, kaç kelimeden sonra lâl olur kişi?
  • "Avrupa görmek şart!" derdi kadınlar hep bir ağızdan. "Avrupa görmüş insan başka..." Avrupa görünce bir başkalık çökecekti üzerimize. Avrupa dediğin bir seyirlik alem, ara ara gidip "izlemek" gerekti, ekranda pembe dizi izlercesine...
  • Yalnızlık insanın kendi kendisiyle yapabildiği bir sohbet. Aracısız. Katıksız. Oyunsuz. Yalansız. Saf ve som bir sohbet...
  • "Hakiki âşık" demiş şeyh, "Sevdiği insanın mutluluğunu ister. Âşık kişi sevdiğinin mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koyar. Gerçekten seven insan, özgür bırakır. Sahiplenmek, iddia etmek, can almak, can acıtmak, âşıkların tutacağı yol değildir."
  • Ünlüler hakkında yazmak, aynalarla dolu bir salonda yürümek gibi. Bilemiyorsunuz ki nerede başlıyor hakikat, neresi tamamen hayal perdesi."
  • Birbirimizin kaderine kayıtsız, birbirimizin hikâyesine bigâne kalmayalım.
  • Baba var, hiç sevmemiş aslında. Baba var, gönlü uçsuz bucaksız bir derya...
  • Her birimiz özel olmak istiyoruz. Okur yazarın gözünde özel, yazar okurun gözünde özel.
  • Her an başka bir şan üzerine kuruludur.
  • Zaten aşk dediğin, ardında ne olduğunu kimsenin akıl sır erdiremediği kadife bir esrar perdesidir.
  • Sahi "yârim" ne güzel kelimeydi. Ağızda akide şekeri. "Yârim" der, sonra bir es verir, gayriihtiyari susardın. Söyleyecek söz kalmazdı ardından. Tek başına kaç cümleye bedeldi kelimeler. Eskiden harfler daha mı kıymetliydi? Bir mektup yeterdi aylar süren ayrılıkların sessizliğini kapatmaya. Tek bir yemin yeterdi aradaki mesafeleri azaltmaya. Artık hiçbir şey o kıvamda değil. İbre şaştı, ayar bozuldu sanki. El titredi, akort bozuldu sanki. İlişkilerimizin ahengi eskisi gibi değil. Kelime cömerdi, duygu cimrisi bugünün insanı. Konuşmaya gelince açıyor ağzını, duygulanmaya gelince tutuyor kendini. Zaman yok ya, hep bir telaş halindeyiz ya, bunca koşuşturma arasında kimsenin durup da duygulanmaya vakti yok.
Firarperest'in kapak tasarımına bence diyecek hiçbir şey yok. Elif Şafak'ın fotoğrafının İstiklal Caddesi'nden bir kareyle harmanlanması oldukça etkileyici.

Aynı zamanda yazıların arasına M.K.Perker'in yaratıcı, kendine özgü kaleminden çıkmış birbirinden güzel illüstrasyonlar serpiştirilmiş. Öyle baştan savma değil, her biri derinlikli, yoruma açık çizimler. Başka âlemlere açılan bambaşka kapılar.

"Edebiyat, firarperestliktir." diyen Elif Şafak'ın kaleminden Firarperest'i okuyun. Ruhunuza yapacağınız yolculuğa siz de şaşıracaksınız.

Elif Şafak ve DK'ya teşekkürler.

Edebiyatla kalın...

Kubilay

9 Şubat 2011 Çarşamba

Meraklı Ruhun Seyirnâmesi...


"Seyreyledim eşkâl-ı hayatı
Ben havz-ı hayâlin sularında
Bir aks-i mülevvendir anınçün
Arzın bana ahcar u nebatı."
 
Ahmet Haşim, Göl Saatleri
 
Seyretmek... Bakmak başkalarına, izlemek ruhlarını, yaptıklarını, yapmadıklarını. Görmek sevdiklerini, nefret ettiklerini, tahammül edemediklerini. Hikâye avında başarının ilk kuralı. Seyredeceksin ki öğrenebilesin ötekinin hikâyesini.

Otobüs ha bire sarsılıyor. Yolların kötülüğünden mi, aracın köhneliğinden mi bilinmez. Elimdeki kitabı bir kenara bırakıp göz gezdiriyorum etrafa. Şimdilik koltukta yalnızım. Gelmemesini umuyorum her kimse. Dip dibe olmayı sevmiyorum, bilhassa otobüs yolculuklarında. Yalnızlık Âdemoğulları ve Havvakızlarının içsel nimeti... Kıymetini bir kere daha anlıyorum.

Önümde orta yaşlı bir adam. Uzun saçlarını dağınık bırakmış. Koltuğunu sorgusuz sualsiz yatırıveriyor. Görgü bilmez midir nedir, diye geçiriyorum içimden. Anlaşılan bir de sigara içmiş, koltuğundan buram buram tütün kokusu yayıldığına bakılırsa... Önündeki minik ekranı açıyor. Bir filmde karar kılıyor önceleri; ama pek ilgi duymuyor anlaşılan, ekranda görüntüler birbiri ardına akarken o camdan dışarıyı seyretmekle meşgul. Ardından değiştiriveriyor kanalı, bir magazin programını açıyor. Pop müziğin tanıdık simalarından biri var ekranda. Sarışın, bol makyajlı bir kadın. Makyaj hem yüzünde hem ruhunda... Şarkı söylerken oldukça keyifli gözüküyor. Uzun bir elbise var üzerinde. Parlak deniz mavisi. Bu uzun elbiseyle ruhunun tedirginliğini kapatmaya çalışır gibi bir ifade sergiliyor aynı zamanda. Gözlerinin içi olabildiğince soğuk, feri uçmuş gitmiş. Kahkası boş bir teneke kutunun çıkardığı sesi andırıyor. Görüntü değişiyor, şimdi sırada sokak ortasında montlarına sıkıca sarılmış iki insan var. Sevgiliniz mi diye atılıyorlar muhabir kız. Genç adam muhabir kızcağızı tersliyor. Asabi hareketlerle uzaklaşıyorlar. Önümdeki "görgü bilmez beyefendi" olanları seyrediyor pürdikkat. İnsanlar magazine meraklı. Ciddi konular rağbet görmüyor zaten. Kendi hayatlarının ciddiliğine tahammülfersa insanların magazin dünyasının ışıklı bir disko topunu andıran ruhunu sevmesi hiç şaşırtıcı gelmiyor.

Bir ses duyuluyor tepemdeki hoparlörden. Muavinin sesi olabildiğince bezgin bir şekilde bilgi veriyor bize. Kendisi de sıkılmış olmalı bu görevden, adeta burnuyla konuşuyor. Yolcular da pek meraklı gözükmüyor bu canı gönülden (!) duyuruya karşı.

Çocuğun biri ağlıyor. Arkamdaki yaşlı adam aralıksız horluyor. Otobüsün gürültüsü bitmek bilmiyor. Yanıma biri oturuyor. Pek sorun çıkmıyor bu sefer. Zararsız birine benziyor. Kitaplarını çıkarmış, ders çalışıyor. Memur olmak istiyor galiba. Kalemi hiç durmak bilmiyor. Başarılı olmasını diliyorum içimden, emek vermenin zorluğuna aşinayım çünkü. Emeği boşa giden insanın balonu elinden kaçmış çocuğa döndüğüne de.

Otobüs döne döne gidiyor yollarda. Sarsıntı hafiften azalmaya başlıyor. Etrafa bakıyorum tekrar, herkes kendi âleminde bir işle uğraşıyor. Hayat deveran ediyor durmadan, otobüsün tozlu tekerlekleri gibi...

Kubilay

7 Şubat 2011 Pazartesi

Moskof Cariye Hürrem - DEMET ALTINYELEKLİOĞLU


Ne düşüneceğimi bilemiyorum. Soru işaretleri kafamda dans edip dururken yaşadığım duygunun, içinde bulunduğum ruh halinin ne olduğunu idrak etmeye çalışıyorum.Yapamıyorum... Pek sevgili atasözünün de dediği gibi : "Boşa koysam dolmuyor, doluya koysam almıyor."

Her okuduğum kitaptan sonra ruhsal bir çöküntü yaşadığım doğru. Bu sefer durum farklı! Belki de şu günlerde her yeri kasıp kavuran Muhteşem Yüzyıl'dan mıdır bilemiyorum ama alt üst ediyor beni kitap. Hürrem'i seviyordum sevmesine - hem de birçok insanın nefret etmesine rağmen - peki ya Mustafa? Üstüne üstlük bir de işin içine dramatik bir anlatım girince zihnimi "allak-bullak rengi"nde bir perde kaplıyor. Alışılmış renk skalasına uyarlarsak yaklaşık olarak terkibi şöyle: Bir avuç erguvan rengi, dört kaşık pembe, birkaç tutam beyaz ve bol bol kan kırmızısı, en dalgalısından...

Moskof Cariye Hürrem'in beni cezbeden birkaç yanı oldu. Öncelikle yazarının yabancı olmaması. Kötü - tamam kibar olmayacağım, tam anlamıyla berbat- çeviri kitaplarından sonra, tekrar aynı durumu yaşamamak için Türk yazarları okumaya "öncelik" vermiştim. Aynı zamanda Demet Altınyeleklioğlu  bir ilke de imza atıyordu bu kitapta. Tarihsel kurguyu yabancıların tek eline bırakmış piyasada alışılmamış bir atak yaparak kalıpları yıkıyordu.

Diğer ve en önemli nedeni ise şöyle açıklayabilirim. Birçok kitap ve yazıda Hürrem'e nefretle yaklaşılması hoşuma gitmiyordu. Benim için kitap seçimimde etkili olan olgu, Hürrem'in tüm hayatını birlikte ele alıp, yaşadıklarını sebep-sonuç ilişkisi içerisinde incelemesiydi. Bir kadın olarak ele alması. Neden diye sorması. Anne şefkatini göstermesi. Romancı olmanın gereğiydi buydu, empati kurabilmek... İnsan ruhunun sonsuzluğunda, yalnız bir limana tıkılmayıp engin denizlere yelken açabilmekti romancı olmak.

Moskof Cariye Hürrem, romana farklı bir yerden başlayarak merak katsayısını yükseltiveriyor. Romanın girişini bu şekilde tasarlayan yazar asıl girişteki durgun sayılabilecek bölümün dezavantajını engellemiş oluyor. Böylece tarihe dayanan romanın gidişatı probleme uğramadan devam ediyor.

Hürrem'in çocukluğuna el atan yazar bu şekilde Hürrem'in ruh tahlilini gözler önüne seriyor, böylece ileride yaşanacak olayların aslında çocukluk travmalarına dayandığını görüyoruz.

Kırım'da ilk gençlik yılları, ilk aşkı ve ardından Osmanoğlu'nun tahtına gidecek yolculuğunda ilk ve acemi adımları. Acemi, eline ayağına sahip olamayan aksi bir kızdan akıllı ve tecrübeli bir hanımefendinin yaratılışına şahit oluyoruz. Ve Kanuni ile yaşadıkları büyük aşkı izliyoruz. Hala geçmişin etkisini kalbinde yaşayan Hürrem'in kimlik sorgulamalarını, intikam ve sevginin bir kalpte yoğrulmasını seyrediyoruz.

Tüm bu olanların dışında karakter kadrosu da epey geniş. Hafza Sultan, Sadrazam Pargalı İbrahim, Taçam Noyan, Cafer Ağa, Merzuka, Mahidevran Gülbahar Sultan romanın akışını sağlayan önemli karakterler olarak bir adım öne çıkıyor. Çoğu zaman olaylara Hürrem'in penceresinden bakılsa da, farklı karakterlerin gözlerinden bakılan olaylar da az değil...

Hürrem'in karakter tahlili ise çok başarılı. Hürrem'in adeta araftaki ruhunu, uçurumun kıyısındaki gelgitli hayatını, geçmiş ve gelecek arasındaki bitmek bilmez yolculuklarını, çaresizliğini, hırsını, anaçlığını, şehvetini, deliliğini, acımasızlığını, cilvesini, büyüleyici havasını gözler önüne seriyor. Her hareketinin sebebini sorgulayan yazar beni öyle çok etkiledi ki Hürrem'e ve yaptıklarına kesin bir şekilde yanlış ve hatalı diye bakmam artık mümkün değil. Yazar adeta yaşayarak yazmış. Hürrem uzun zamandır böyle şefkat görmemiş olmalı :)

Beni alt üst edense Mustafa'nın ölümünün anlatıldığı kısım. Muhteşem Süleyman'ın veliaht şehzadesini öldürtürken eridiği anlar insanın üzerinde şok etkisi yaratıyor. Altı - yedi cellada karşı uzun süre direnen Mustafa'nın sözleri içimi kavuruyor adeta:


"Baba. Canım sana feda olsun. Arkamdan ağlama. Eline evlat bulaştı diye evlat korkusuyla titreme. Sen oğlunu affetmedin ama bil ki yarın huzur-u mahşerde buluştuğumuzda Mustafa bu canın hesabı için senden davacı olmayacak. Devletinle, milletinle bin yaşa!"

Kanuni'nin dediği sözler ise yürek parçalıyor:

"Allahım! Günahımı affet bile diyemem artık sana..."

Tüm bunların suçlusu Hürrem olmasa da, etkisi oldukça fazla. Tüm planlarını Mustafa'nın ölümü üzerine kuran Hürrem'in haberi alınca yaşadığı duygular ise karmakarışık. Sonunda istediğine kavuşan Hürrem, beklediği sevinci bile hissedemiyor. Üstelik Bayezid'in geçmesini istediği tahta, büyük oğlu Selim'in veliaht ilan edilmesi. Hürrem'i şaşkına çeviriyor. Yaşadıklarını en iyi anlatan şu cümleler olmalı:

"Hürrem birden her şeyin boşa gittiğini anladı. Nasıl bir şeydi bu iktidar? Yakaladıkça uzaklaşıyordu insan. Durmadan koşmak gerekiyordu ardından. Tam yakaladım derken kaybediyordun. Serap dedikleri bu muydu yoksa?"

En çok Hürrem'in ölümü üzüyor beni. İnsan bu kadar güçlü bir kadının hastalığından yararlanılarak düşmanları tarafından zehirlenmesine üzülmeden edemiyor. İlahi adalet diyen de olacaktır. Ben bir şey diyemiyorum ama üzüldüğüme eminim. Hatalarına rağmen seviyorum Hürrem'i. Kimseye savunmaya çalışmıyorum da, çünkü önyargıları gözlerine en kallavisinden siyahi perdeler çekmiş olmalı. O yüzden duygularımı yalnız yaşıyorum. Tek başıma...

Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Demet Altınyeleklioğlu şık ve sanatsal üsluba da yer vermiş. Betimlemeler kitap boyu gözünüzün önünde rahatça canlanıyor.

Herkesin genel olarak aşina olduğu bir konuya çok özel bir şekilde ele alması açısından çok önemli Moskof Cariye Hürrem. Normalin üzerinde sayfa sayısına sahip olsa da sürükleyiciliği ve ustaca serpiştirilmiş entrika-şehvet-aşk üçgenleri sayesinde hiç sıkılmadan rahatça okunabilecek bir kitap.

Kendinizi Osmanlı'ya ve bilhassa Hürrem'in yaşadıklarına kaptıracaksınız. Muhteşem bir yolculuk için kitap sizi bekliyor. Engin tarih denizlerinde yaşayacağınız fırtınalı anlarda bol şanslar dilerim...

Demet Altınyeleklioğlu ve Artemis Yayınları'na teşekkür ederim.

Edebiyatla kalın...

Sizinle paylaşmak istediğim minik minik duyurularım da var:


  • Muhteşem Yüzyıl'ın birbirinden heyecanlı ve güzel bölümleri, Moskof Cariye Hürrem derken kendimi Osmanlı ve bilhassa Hürrem rüzgarına kaptırdım. Harem hakkında araştırmalar yapıyorum. NTV Tarih'in bu ayki sayısı Muhteşem Yüzyıl dosyası ve Harem eki oldukça doyurucu. Tavsiye ederim ilgilenenlere.
  • Demet Altınyeleklioğlu'nun Osmanlı Hanedanı Serisi'nin ikinci kitabı "Cariye'nin Kızı Mihrimah"ı okuyorum şimdide. En yakın zamanda yorumlarımı paylaşacağım.
Kubilay

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...