29 Ekim 2010 Cuma

Seyr-i Yağmur...


Yağmur yağıyor. Uzunca bir süre bizden esirgediği yüzünü pudralayıp dönmüş anlaşılan. Yine bir kırıklık var üstümde, papatya çayımı yudumlarken yağmuru izliyorum. İlkbahar rahiyaları içinde, sonbahar yağmuru olanca heybetiyle karşımda.

Geçmişten gelen buruk bir ziyaretçi artık papatyalar. Varlıklarını sıcacık suyun içinde sürdürüyorlar şu sıralarda. Her ne kadar kokuları odamda hakimsede dışarıda öyle değil bu durum. Cinlerin meşveret yerine nazire pencereden bir adım sonra hakimiyet ıslanmış toprak kokusunun. Kırıklık münasebetiyle pencere kapalı. Bundandır ki şu papatya egemenliğini doyasıya yaşıyor. Islak toprak kokusunu özlüyorum, yağmurun kokusunu... Oldum olası hayranım ona. Bu sefer buluşamıyorum onunla pencereden endamını seyredip kokusunu hayal etmekle yetiniyorum.

Camda yağmur damlaları... Bir garipler bugün, parçalanmışlar sanki. Üzgün ve yorgunlar. Anlaşılan majesteleri rüzgar bu yönde lütfetmiyor bugün. Yağmur damlalarının üzgünlüğüne benim kadar dertlenenlerin dışında, bir de olanca neşeleriyle karşılık verenler de var. Papatya çayının boğazımdan ılık ılık akarken yaptığı afacan tavırlar bunu gösteriyor. Her gün gördüğümüz o insanları hatırlıyorum, başkalarının mutsuzluğundan neşe devşirenleri...



Pazarcıları görüyorum pencereden. Hepsi telaş içinde. Ekmek teknelerini en az hasarla kurtarmanın derdindeler her biri. Onların yerinde olduğumu düşünğyorum birden. Ne hayatlar var şu dünyada? Ne maceralar, bitmek bilmez hikayeler.

Papatya çayı bitiyor. Kokusu hala buralara hakim. Yakında gider diye düşünüyorum. Peki ya sonra? Koca bir hiç. Zıtlıklar olmasa böyle olurdu dünya herhalde. Tatsız, tutsuz, tek düze... Olmaması gereken gibi.

Yavaşlıyor yağmur biraz... Dinlenip güç toplamak için. Şimdilerde böyle olmuş. Görmeyeli huy değiştirmiş anlaşılan. Olsun, ben onu her haliyle seviyorum! Gerçek sevgi de bu galiba. Her haliyle sevebilmek.

Yemek kokuları, papatyanın gidişini fırsat bilip sarıyor etrafımı. Annem yine lezzetli yemekler hazırlıyor anlaşılan. Yağmur geliyor aklıma. Hazır buradayken pencereyi hafif aralamayı düşünüyorum. Ve de yapıyorum aklımdakini. Usulca aralayıp toprak kokusunu içime çekiyorum. Eski bir dostla hasret giderir gibi...

*Cumhuriyet Bayramı'nız kutlu olsun...


Sıcacık gülümsemenle hep aklımızdasın. Emanet ettiğin cumhuriyete sahip çıkmaya devam edeceğiz...

Kubilay

28 Ekim 2010 Perşembe

Yeniden Merhaba! - Bit Palas / ELİF ŞAFAK


Merhaba!

Bana çok uzun gelen, herkesi, her şeyi çok özlediğim bir aradan sonra bloguma dönmenin sevinci içindeyim. Tüm dostlarımdan zorunlu olarak verdiğim ara için özür diliyorum. Kontrast yeniden karşınızda. Elif Şafak'ın kelamı, durumu özetliyor : "Tüm dostlara, ruhdaş okurlara, edebiyatseverlere, hikayeperestlere, kelimebazlara, muhabbete kıymet verenlere..." Merhaba! Hepinize yeni bir merhaba... 
Yazın sonlarında hazırladığım ama sizlerle paylaşamadığım "Bit Palas" yorumlarımı yayınlıyorum. Keyifle okumanız dileğiyle.



Tatildeyken en çok özlediğim şeylerin başında geliyor doyasıya gezeceğim bir kitapçı. Burada - Silifke'de- çok kapsamlı bir kitapçı bulunamıyor maalesef. Olanlarda kısıtlı, az sayıda...

Gönlündeki Elif Şafak sevgisi son hızla büyümeye devam ederken, "tüme dört kala", yeni bir Elif Şafak okumanın tam zamanıydı. Lakin her girdiğim yerde ya hiç bulamıyor ya da sadece Aşk'ı buluyordum. Tüm umutlar tükenmişken, son ümit yelkenlisi ufuk çizgisinden "hoşça kal" derken, tanıdık bir isim çarptı gözüme : Semerkant.

"Semerkant Kitabevi" yazıyordu kalın harflerle tabelada. İçeri girdiğimde sonuç aynı gözüktü gözüme. Son bir çabayla, boğulmanın pençesinden kurtulmaya çalışan bir kazazedenin beyhude imdadına nazire, görevliden yardım istedim. "Yok, ama isterseniz yarına getirtebiliriz." demesiyle ümit yelkenlisinden "Yelkenler fora!!!" diye bir ses yükseldi...

Gemi geledursun görevli ağır çekimdeymişçesine ahizeyi uzanıp, hızlandırılmış bir filmdeki gibi depoya bağlanması bir oldu: "Hangi kitaptı?"

Bu soruyu duyunca neden bu kadar şaşırdım anlamadım. Beynimdeki tüm çekmeceler hunharca çekilip, en dip köşedeki bilgi tortusuna kadar bakmama rağmen aklıma yalnızca Bit Palas geldi. İki kitap istiyordum istemesine ama yaramaz bir çocuk gibi Bit Palas diğerlerini ite kaka öne geçmeye çalışmıştı.

Ağzımın kenarlarına çarpa çarpa ilerleyip son bir hamleyle dişlerimi araladı ve bezgince, şaşkınca belli belirsiz bir "Bit Palas" sesi havaya karıştı.

Demek ki okunmalıydı. Bir bilinen vardı elbet, ki Bit Palas okunsun.

Hikayem böyle, yani hikayemiz. Bit Palas'la yollarımızın kesişmesi. Büyük umutlarla, sıladaki dostunu gurbette bulmuşçasına sarıldığım Bit Palas beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı.

Kitap bir apartmanda, "Bonbon Palas"ta geçiyor. Fikrimce Bit Palas'ın  hayattan bir kesit, hepimize tanıdık gelen bir pencereden bakış, içinde yaşadığımız için parçalara dikkat edip bütününü kaçırdığımız bir fotoğraf karesi.

Kitabun başında kim olduğunu bilmediğimiz biri - ki ben yazarın kendisi sanmıştım - alttan alta romanın arka planını yansıtıyor okurlara. Yalanı dikey, hakikatı yatay çizgi olarak tasvir ettikten sonra saçmalığın bir çember olduğunu söylüyor. "Saçmalıkların gerçekliği" bu andan başlayarak kitap boyu gösteriliyor bizlere. Kitap bir ana ve de birçok içre çemberlerden oluşuyor. "Öncesi - Daha öncesi - Şimdi - Ya Sonra" gibi bölümlerden mürekkep Bit Palas, gri yuvarlak çöp tenekesi kapağını bir "yer-zaman-mekan" çizelgesi olarak kullanıp hikayeyi başlatıyor.

Kitabın tüm bölümleri farklı dairelerde bağımsız ama bir o kadar bağımlı hikayelerde gelişiyor. Önceleri eksiklik hissi uyandıran ve sonunda ne olacağını hayal bile edemeyeceğiniz yapbozun parçaları ilerde ustaca tamamlanıyor.

Kuaför Cemal&Celal'in 3 numaralı dairesinden başlayarak insanlık ve insanlık halleri üzerinden bizi bize anlatıyor. İlk tanıştığımız Kuaför Cemal&Celal ve daha sonraları tanıyacağımız Sidar ile Gaba'nın göçmen yaşamları ve küçük yaştaki yurt dışı maceraları, ülke ve aile kopuklukları; Mavi Metres ve Nadya'nın umutsuz vaka evlilikleri ve sonunda kendini buluşları her apartman dairesini birbiriyle kesişen halkalar olduğunu gösteriyor. Bu benzerliklerin yanında her ailenin birbirinden farklılıkları da var. Ateşmizacoğullarının tüm aile fertlerinin baş harflerinin "Z" olması, kapıcı dairesinde yaşayan Musa, Meryem, eski sevgilisi İsa, oğulları Muhammet'in bir ilahi bütünlük içindeki halleri Bit Palas'ın özenle çizilen tablosundaki önemli çizgilerden.
Nakış gibi işlenen hikayeler böcekler ve bitler gibi unsurları kullanarak da romanın altyapısını sağlamlaştırıyor.

Son bölüme kadar "yarımlık" hissi veren , Asuman Kafaoülu Büke'nün deyimiyle "çember her an bizi üzerinden atacakmışçasına" okuyoruz Bit Palas'ı. Şimdiye kadar çıkardığım sonuçlar kitabı bitirene kadar silik birer silüetti. Apartmanın "7 Numaralı" sakini "Ben", "ben" olmasına rağmen bizim bildiğimiz çoğu gerçeği de bilmiyor. Kendini bilmeyen bir "ben" dikkat edilecek bir ayrıntı. Karakter tasvirleri yine çok başarılı. Beni en çok etkileyense "Madam Teyze" ve onu bekleyen acı son. Hatırlayınca bile içim sızlıyor...

Gizemli, büyüleyici tüm bu yönleriyle Bit Palas tam bir modern çağ masalı. Şaşırtan anlatımı ve mükemmel dilbilgisiyle göz kamaştırıyor. Elif Şafak'ın böcekbilim, anatomi bilgilerine hakimliği ise her romanı için yaptığı ön çalışmaya ne kadar değer verdiğini gösteriyor.

Elif Şafak'ın Bit Palas'a verdiği emek çok fazla. Kitabın sonunda başlangıca dönüp çemberi tamamladıktan sonra ( ya da tamamlayamadıktan ?! ) içimizi her an her şeyin bağlantılı olduğu ve her masalın gerçekliği inancıyla ayrılıyoruz kitaptan.

Bu kitap beni esir aldı diyebilirim. Çünkü anlatılan bizi, hepimiziz. Capcanlı bir fotoğraf karesi. Her bakışta beni hüzünlendiren...

Bit Palas aynı zamanda birçok dile de çevrildi.

   

Bit Palas'ı herkese tavsiye ederim.

Elif Şafak'a ve DK'ya teşekkürler.

Puan: 5 üzerinden 5.

Edebiyatla kalın...

Kubilay

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...